‹flte, Asr-› Saadette akl›yla beraber seyahat eden dün-
ya misafiri ve hayat yolcusunun o medrese-i nuraniye-
den ald›¤› derse k›sa bir iflaret olarak,
Birinci Makam›n
On Alt›nc› Mertebesinde
böyle
p
܃o
Lo
h '
¤n
Y s
?n
O i/
òs
dG o
óp
Mn
’r
G o
óp
MGn
ƒr
dG p
Oƒo
Lo
ƒr
dG o
Öp
LGn
ƒr
dG *G s
’p
G n
¬'
dp
G n
= ’
p
án
ªn
¶n
©p
H n
?n
O'
G »/
æn
H p
´r
ƒn
f o
±n
ôn
°T n
h p
ºn
dÉn
©r
dG o
ôr
în
a /
¬p
Jn
ór
Mn
h ?/
a /
?p
Oƒo
Lo
h
p
ás
jp
ƒr
?o
Y n
h p
¬p
Jn
’Én
ªn
c
p
In
ôr
ã`n
c
n
h /
¬p
æj/
O p
án
©r
°So
h p
án
ªr
°ûn
M n
h /
¬p
f'
Gr
ôo
b p
án
æn
£r
?n
°S
p
ä n
CÉp
e p
Is
ƒo
?p
H n
øn
gr
ôn
H n
h n
óp
¡n
°T Gn
òn
cn
h ¯ p
¬p
FGn
ór
Yn
G p
?j/
ór
°ün
àp
H »
s
àn
M /
¬p
bn
Ór
Nn
G
p
±'
’'
G p
Is
ƒo
?p
Hn
h p
án
bs
ón
°üo
ªr
dG p
án
bu
ón
°üo
ªr
dG p
äGn
ôp
gÉn
Ñr
dG p
äGn
ôp
gÉs
¶dG p
äGn
õp
ér
©o
Ÿr
G
p
¥Én
Øu
Jp
Ép
Hn
h p
QGn
ƒr
fn
’r
G ip
hn
P /
¬p
d'
G p
´Én
ªr
Lp
Ép
H p
án
©p
WÉn
?r
dG p
án
©p
WÉs
°ùdG p
¬p
æj/
O p
?p
F=É n
?n
M
p
Ú/
gGn
ôn
Ñr
dG ip
hn
P /
¬p
às
eo
G »/
?u
?n
ëo
e p
?o
aGn
ƒn
àp
Hn
h p
QÉn
°ür
Hn
’r
G ip
hn
P /
¬p
HÉn
ër
°Un
G
1
p
In
QGs
ƒs
ædG p
ôp
F=É°n
ün
Ñr
dGn
h
denilmifltir.
Sonra, bu dünyada hayat›n gayesi ve hayat›n hayat›
iman oldu¤unu bilen bu yorulmaz ve tok olmaz yolcu,
kendi kalbine dedi ki:
“Arad›¤›m›z zat›n sözü ve kelâm› denilen, bu dünyada
en meflhur ve en parlak ve en hâkim; ve ona teslim ol-
mayan herkese, her as›rda meydan okuyan Kur’ân-›
Mu’cizülbeyan nam›ndaki kitaba müracaat edip, o ne di-
yor bilelim. Fakat en evvel, bu kitap bizim Hâl›k’›m›z›n
kitab› oldu¤unu ispat etmek lâz›md›r” diye taharriye bafl-
lad›.
TAR‹HÇE-‹ HAYATI
| 557
K
ASTAMONU
H
AYATI
gaye:
maksat, meram, hedef.
hakikat:
gerçek, as›l, esas.
hâkim:
sözünü geçiren, egemen.
haflmet:
ihtiflam, gösterifllilik,
heybet, büyüklük.
hatta:
manaya kuvvet vermek
için “üstelik, fazla olarak, bundan
baflka, kadar, bile, dahi, hem
de...” manalar›nda, cümle baflla-
r›nda kullan›lan edatt›r.
hüküm:
karar verme.
ilâh:
tanr›, mabud.
iman:
inanma, inanç, tasdik.
ispat:
kan›tlama.
ittifak:
fikir birli¤i, söz birli¤i.
kat'î:
kesin, flüphesiz.
kelâm:
ifade, söz.
kemalât:
faziletler, iyilikler, ke-
maller, olgunluklar, mükemmel-
likler.
keza:
böyle, böylece.
küllî:
külle ilgili, bütüne ait, umu-
mî, bütün, hepsi.
medrese-i nuraniye:
nur saçan
medrese, nurlu dershane.
meflhur:
tan›nm›fl, herkesin bildi-
¤i, flöhretli, ad› yayg›nl›k kazan-
m›fl, ünlü, naml›.
mu’cize:
Allah'›n izniyle peygam-
berler taraf›ndan ortaya konulup
bir benzerini yapmakta baflkalar›-
n› aciz ve hayrette b›rakan ola¤a-
nüstü fleyler.
muhakkikin-i ümmet:
ümmeti-
nin muhakkik olanlar›, her fleyin
gerçe¤ini araflt›r›p bulanlar›.
musaddak:
tastik edilmifl, tastik
olunmufl, do¤rulanm›fl, gerçekli¤i
kabul edilmifl, tastikli.
musadd›k:
tastik eden, gerçekli-
¤ini do¤rulayan, gerçek ve geçer
oldu¤unu resmî olarak bildiren.
müracaat
:
baflvurma, dan›flma.
nazar:
bak›fl, görüfl, fikir.
nuranî:
nurlu, ›fl›kl›, parlak, mü-
nevver.
seyahat:
yolculuk, uzun yolculuk.
flahadet
:
flahit olma, flahitlik, ta-
n›kl›k.
fleref-i nev-i benîâdem:
Âdemo-
¤ullar›n›n flerefi, insano¤lunun fle-
refi.
tasdik:
do¤rulama, kabul etme.
teslim:
do¤rulama, do¤ru oldu¤u-
nu kabul etme.
tevafuk:
uyma, uygun gelme,
uygunluk, rastlamak, münasebet,
birbirine denk gelme.
Vacibü'l-Vücud:
varl›¤› zarurî ve
zatî olan.
vahdet:
birlik, yaln›zl›k, teklik bir
ve tek olma.
Vahid-i Ehad:
bir olan ve birli¤i
her bir fleyde tecelli eden Allah.
vücub-i vücut:
zat:
kifli, flah›s, fert.
1.
Allah’tan baflka hiçbir ilâh yoktur. O öyle bir Vacibü’l-Vücud ve Vahidü’l-Ehad’dir ki; Fahr-i
Âlem ve fieref-i Nev-i Benîâdem (a.s.m.), Kur’ân’›n›n saltanat›n›n büyüklü¤ü, dininin genifl-
li¤inin haflmeti, kemalât›n›n çoklu¤u ve hatta düflmanlar›n dahi tasdik ettikleri ahlâk›n›n
yüceli¤i ile, Onun vücub-i vücuduna ve vahdetine delâlet eder. Ve keza o Zat (a.s.m.), apa-
ç›k görülen musadd›k ve musaddak mu'cizelerinin kuvveti, keskin nazar sahibi Ashab›n›n
ittifak›, bürhan ve basiret sahibi nuranî muhakkikîn-i ümmetinin tevafuku ve dininin kat’i
ve parlak binler hakikatlerinin kuvvetiyle, Allah’›n vücub-i vücuduna ve vahdetine flahadet
edip, ispat eder.
ahlâk:
huylar, tabiatlar.
Ashap:
Sahabeler, Hz. Pey-
gamberi (a.s.m.) görmüfl ve
onunla konuflmufl olan Müs-
lüman kimseler.
Asr-› Saadet:
saadet, mutlu-
luk asr›.
basiret:
bilifl, kavray›fl, fera-
set.
bürhan:
delil, ispat, tan›k.
cihet:
yön taraf.
delâlet:
delil olma, gösterme.
Fahr-i Âlem:
âlemin övüncü,
âlemin kendisiyle övündü¤ü
Peygamberimiz (a.s.m.).