daha mükemmel, ne bulunmufl ve ne de bulunur. Çün-
kü, ümmî bir zatta zuhur eden o fleriat, on dört asr› ve
nev-i beflerin humsunu, âdilâne ve hakkaniyet üzere ve
müdakkikane hadsiz kanunlar›yla idare etmesi, emsal ka-
bul etmez.
Hem, ümmî bir zat›n ef’al ve akval ve ahvalinden ç›-
kan ‹slâmiyet, her as›rda, üç yüz milyon insan›n rehberi
ve mercii ve ak›llar›n›n muallimi ve mürflidi ve kalplerinin
münevviri ve musaffîsi ve nefislerinin mürebbîsi ve mü-
zekkîsi ve ruhlar›n›n medar-› inkiflaf› ve maden-i terakki-
yat› olmas› cihetiyle, misli olamaz ve olamam›fl.
Hem, dininde bulunan bütün ibadat›n bütün enva›nda
en ileri olmas›; ve herkesten ziyade takvada bulunmas›
ve Allah’tan korkmas›; ve fevkalâde daimî mücahedat ve
da¤da¤alar içinde tam tam›na ubudiyetin en ince esrar›-
na kadar müraat etmesi; ve hiç kimseyi taklit etmeyerek
ve tam manas›yla ve müptediyane fakat en mükemmel
olarak ve intihay› birlefltirerek yapmas›, elbette misli gö-
rülmez ve görünmemifl.
Hem binler dua ve münacatlar›ndan
Cevflenü’l-Kebir
ile, öyle bir marifet-i Rabbaniye ile, öyle bir derecede
Rabbini tavsif ediyor ki, o zamandan beri gelen ehl-i
marifet ve ehl-i velâyet, telâhuk-i efkârla beraber, ne o
mertebe-i marifete ve ne de o derece-i tavsife yetifleme-
meleri gösteriyor ki, duada dahi onun misli yoktur.
Risale-i
Münacat
’›n bafl›nda
Cevflenü’l-Kebir
’in doksan
dokuz f›kras›ndan bir f›kras›n›n k›sac›k bir mealinin
âdilâne:
adaletli olana yak›fl›r bir
surette, do¤rulukla, âdilcesine.
ahval:
hâller, durumlar, olufllar.
akval:
sözler, lâflar, lâk›rd›lar.
as›r:
yüzy›l.
cihet:
yön, sebep.
da¤da¤a:
gürültü, pat›rt›, beyhu-
de telâfl ve ›zd›rap.
daimî:
sürekli, devaml›.
derece-i tavsif:
vas›fland›rma de-
recesi, niteleme derecesi.
ef'al:
fiiller, ifller, ameller.
ehl-i marifet:
bilim, hüner ve sa-
nat sahibi kifliler.
ehl-i velâyet:
velî olanlar.
elbette:
kesinlikle, mutlaka, flüp-
hesiz.
emsal:
efl, benzer.
enva:
çeflitler, türler, neviler.
esrar:
s›rlar, gizlenilen ve bilin-
meyen fleyler, akl›n eremeyece¤i
fleyler.
fevkalâde:
al›fl›lm›fltan farkl›, ola-
¤anüstü, normalin üstünde.
hadsiz:
s›n›rs›z, sonsuz.
hakkaniyet:
hak ve adâlete uy-
gunluk.
hums:
beflte bir.
ibadat:
ibadetler.
intiha:
sonuç, nihayet.
maden-i terakkiyat:
terakkilerin,
ilerlemelerin madeni.
marifet-i Rabbaniye:
Rabbanî
marifet, Hak Teâlâ Hazretlerine
müteallik marifet, ilim, bilgi.
medar-› inkiflaf:
inkiflaf›n sebebi.
merci:
merkez, kaynak, bafl vuru-
lacak yer, müracaat edilecek yer,
dönülecek yer, s›¤›n›lacak yer.
mertebe-i marifet:
bilgi ve irfan
derecesi.
misl:
benzer, efl, naz›r, t›pk›s›.
muallim:
ders veren, ö¤reten, ta-
lim eden, hoca, ö¤retmen.
musaffî:
tasfiye eden, saflaflt›ran,
ar›nd›ran, süzen.
mücahedat:
mücahedeler, savafl-
malar.
müdakkikane:
müdakkik olana
yak›fl›r flekilde, inceden inceye
araflt›rarak, en ufak ayr›nt›y› gö-
rerek.
mükemmel:
güzel, âlâ, harika.
münacat:
Allah'a dua etme, yal-
varma, Onun manevî huzurunda
tazarru ve niyazda bulunma.
münevvir:
tenvir eden, nurland›-
ran, parlatan ayd›nlatan, ›fl›klan-
d›ran.
müptediyane:
ilk defa olarak,
acemi gibi, acemicesine.
müraat:
uyma, tatbik etme.
mürebbî:
terbiye eden, terbiye
veren, yetifltiren.
mürflit:
irflat eden, do¤ru yolu
gösteren, rehber, k›lavuz.
müzekkî:
tezkiye eden, temizle-
550 |
BED‹ÜZZAMAN SA‹D NURSÎ
K
ASTAMONU
H
AYATI
yen, aklayan, ar›layan.
nefis:
kötü vas›flar›, nitelikleri
kendisinde toplayan, kötülü-
¤e sevk eden, flehevî istekleri
kamç›lay›p hay›rl› ifllerden al›-
koyan güç.
nev'i befler:
insano¤lu, insan
soyu.
Rab:
besleyen, yetifltiren,
verdi¤i nimetlerle mahlûkat›
›slah ve terbiye eden Allah.
rehber:
yol gösteren, k›lavuz,
delil.
fleriat:
Allah taraf›ndan pey-
gamber vas›tas›yla bildirilen,
‹lâhî emir ve yasaklara daya-
nan hükümlerin hepsi.
taklit:
benzemeye veya ben-
zetmeye çal›flma.
takva:
Allah'tan korkma, Al-
lah korkusuyla dinin yasak
etti¤i fleylerden kaç›nma, Al-
lah'›n emirlerini tutup azab›n-
dan korunma, Allah'›n yasak-
lar›ndan kaç›nmada azamî ti-
tizlik gösterme.
tavsif:
vas›fland›rma, mahi-
yetini ve s›fatlar›n› ortaya
koyma, etrafl›ca tarif etme,
niteleme.
telâhuk-› efkâr:
fikirlerin bir-
biri pefline gelip birleflmesi,
kat›laflmas›, birbirine eklen-
mesi.
ubudiyet:
kulluk, kölelik, ita-
at, ba¤l›l›k, samimiyet.
ümmî:
okuma yazmas› olma-
yan, okumam›fl.
zat:
kifli, flah›s, fert.
ziyade
:
çok, fazla, art›k.
zuhur:
görünme, meydana
ç›kma.