hükmünde olan ilhamî kavillerle de imdada yetiflmesi,
rububiyetin lâzmdr.
D
ÖRDÜNCÜSÜ
:
Çok âciz ve çok zayf ve çok fakir ve çok
ihtiyaçl ve kendi malikini ve hamîsini ve müdebbirini ve
hafzn bulmaya pek çok muhtaç ve müfltak olan zîfluur
masnularna, vücudunu ve huzurunu ve himayetini fiilen
ihsas etti¤i gibi, bir nevi mükâleme-i Rabbaniye hükmün-
de saylan bir ksm sadk ilhamlar perdesinde ve mahsus
ve bir mahlûka bakan has ve bir vecihte, onun kabiliye-
tine göre, onun kalp telefonuyla, kavlen dahi kendi hu-
zurunu ve vücudunu ihsas etmesi, flefkat-i ulûhiyetin ve
rahmet-i rububiyetin zarurî ve vacip bir muktezasdr di-
ye anlad.
Sonra ilhamn flahadetine bakt, gördü: Nasl ki, güne-
flin faraza fluuru ve hayat olsayd ve o hâlde ziyasndaki
yedi rengi, yedi sfât olsayd, o cihette, fl¤nda bulunan
flualar ve cilveleri ile bir tarz konuflmas bulunacakt. Ve
bu vaziyette, misalinin ve aksinin fleffaf fleylerde bulun-
mas; ve her ayna ve her parlak fleyler ve cam parçalar
ve kabarcklar ve katreler, hatta fleffaf zerrelerle her biri-
nin kabiliyetine göre konuflmas; ve onlarn hacatna ce-
vap vermesi; ve bütün onlar güneflin vücuduna flahadet
etmesi; ve hiçbir ifl, bir ifle mâni olmamas; ve bir konufl-
mas, di¤er konuflmaya müzahemet etmemesi bilmüfla-
hede görülece¤i gibi, aynen öyle de: ezel ve ebedin Zül-
celâl Sultan ve bütün mevcudatn Zülcemal Hâlk- Zî-
flan olan fiems-i Sermedînin mükâlemesi dahi onun
âciz:
eli yetmez, gücü yetmez,
güçsüz.
aks:
yansma.
bilmüflahede:
görerek, bizzat fla-
hit olarak, görür flekilde, görme
derecesinde.
cihet:
taraf, yön.
cilve:
görünme, akis, yansma.
ebed:
sonu olmayan gelecek za-
man, sonsuzluk, daimîlik.
ezel:
bafllangc olmayan geçmifl
zaman, öncesizlik, ebedin zdd.
faraza:
farz edelim ki, farz edin ki,
sayalm ki, ola ki.
fiilen:
fiille, davranfl ve hareket-
lerle, yaparak.
hacat:
ihtiyaçlar, dilekler, istekler.
hafz:
hfzeden, koruyan, sakla-
yan, koruyucu.
Hâlk- Zîflan:
flan sahibi yaratc.
hamî:
himaye edici, himaye
eden, koruyucu, koruyan, sahip
çkan, gözeten.
himayet:
koruma, esirgeme, mu-
hafaza etme.
huzur:
yan, kat, makam.
hükmünde:
de¤erinde, kymetin-
de.
ihsas:
hissettirme.
ilham:
içe, gönüle do¤ma, kalbe
gelme, gönle do¤an fley.
ilhamî:
ilhama ait, ilham ile elde
edilen, ilhamla ulafllan, ilham so-
nucu olan.
imdat:
yardm, yardma yetiflme,
zor durumda kalana yaplan yar-
dm.
kabiliyet:
beceriklilik, eli ifle yat-
knlk, istidat, yetenek.
katre:
damla.
kavil:
söz, kelâm.
kavlen:
söz ile, sözlü olarak, fiilî
olmayan.
mahlûk:
halk edilmifl, yaratlmfl,
yaratk, Allah tarafndan yaratl-
mfl, yaratk.
malik:
sahip.
masnu:
sanatla yaplmfl varlk.
mevcudat:
mevcutlar, var olan
her fley, mahlûklar, yaratlmfl
fleylerin tamam, kâinat.
mukteza:
gerek.
müdebbir:
tedbir alan, tedbirli,
her fleyi önceden düflünen.
mükâleme:
konuflma, karfllkl
konuflma, söyleflme.
mükâleme-i Rabbaniye:
Rab
olan Allah'n zatna has konuflma-
s.
müfltak:
ifltiyakl, arzulu.
müzahemet:
zahmet, sknt ver-
me, engel olma.
nevi:
tür, çeflit.
rahmet-i rububiyet:
mahlûkatn
546 |
BEDÜZZAMAN SAD NURSÎ
K
ASTAMONU
H
AYATI
terbiye ve idare eden Cenab-
Allah'n rahmeti.
rububiyet:
Cenab- Allah'n
her zaman, her yerde, her
mahlûka muhtaç oldu¤u fley-
leri vermesi, terbiye, tedbir
ve malikiyeti ve besleyicili¤i
keyfiyeti.
sadk:
do¤ru, gerçek, hakikî,
sahte olmayan.
sfat:
hâl, nitelik, vasf.
sultan:
padiflah, hükümdar.
flahadet:
flahit olma, flahitlik,
tanklk.
fleffaf:
içinden flk geçen, bir
tarafndan bakld¤nda di¤er
taraf da görülen, saydam.
flefkat-i ulûhiyet:
ilâh olma-
nn gere¤i olan flefkat.
flems-i sermed:
daimî, sürek-
li olan günefl.
flua:
bir flk kayna¤ndan uza-
nan flk hüzmesi, flk.
fluur:
bir fleyi anlama, tanma
ve kavrama gücü.
tarz:
biçim, flekil.
vacip:
zorunlu.
vaziyet:
durum, hâl.
vecih:
yön, taraf.
vücut:
var olma, var olufl, var-
lk.
zarurî:
mecburî, zorunlu.
zerre:
maddenin en küçük
parças, molekül, atom.
zîfluur:
fluurlu, fluur sahibi.
ziya:
flk, aydnlk, nur, par-
laklk.
Zülcelâl:
celâl sahibi, büyük-
lük, izzet, heybet ve azamet
sahibi Allah.
Zülcemal:
cemâl, lütuf, rah-
met ve güzellik sahibi Allah.