gelir, o daireyi genifllettirir ve o tohumlar sümbüllenir.
Bizler de kabrimizde seyredip Allah’a flükrederiz.
Said Nursî
„ò
1
o
¬n
fÉn
ër
Ño
°S /
¬p
ªr
°SÉp
H
Aziz, S›dd›k Kardefllerim;
Evvelce hayat-› dünyeviyeyi hayat-› uhreviyeye tercih
etmeye dair yaz›lan iki parçaya tetimmedir.
Bu acip asr›n hayat-› dünyeviyeyi a¤›rlaflt›rmas› ve ya-
flama fleraitini a¤›rlatt›r›p ço¤altmas› ve hacat-› gayr-i za-
ruriyeyi görenekle, tiryaki ve müptelâ etmekle hacat-› za-
ruriye derecesine getirmesiyle, hayat› ve yaflamay›, her-
kesin her vakitte en büyük maksat ve gayesi yapm›flt›r.
Onunla hayat-› diniye ve ebediye ve uhreviyeye karfl› ya
sed çeker veya ikinci, üçüncü derecede b›rak›r. Bu hata-
n›n cezas› olarak öyle dehfletli bir tokat yedi ki, dünyay›
bafl›na cehennem eyledi.
‹flte bu dehfletli musibette, ehl-i diyanet dahi büyük bir
vartaya düflüyorlar ve k›smen anlam›yorlar. Ezcümle,
gördüm ki, ehl-i diyanet, ehl-i takva bir k›s›m zatlar, bi-
zimle gayet ciddî alâkadarl›k peyda ettiler. O bir-iki zatta
gördüm ki, diyaneti ister ve yapmas›n› sever; tâ ki ha-
yat-› dünyeviyesinde muvaffak olabilsin, ifli rast gelsin.
Hatta, tarikati keflf ve keramet için ister. Demek ahiret
arzusunu ve dinî vezaifin uhrevî meyvelerini dünya
acip:
tuhaf, hayret veren, hayret-
te b›rakan, flafl›lacak fley.
ahir zaman:
dünyan›n son zama-
n› ve son devresi, dünya hayat›-
n›n k›yamete yak›n son devresi.
as›r:
yüzy›l.
aynen:
bir fleyin asl› veya kendisi
olarak, t›pk› t›pk›s›na, hiç de¤ifl-
meden, oldu¤u gibi.
aziz:
muhterem, sevgili, de¤erli.
Cenab-› Hak:
Allah.
ceza:
karfl›l›k, azap.
dair:
belli bir fley hakk›nda olan,
alâkal›, müteallik, ait, ilgili.
dehflet:
büyük korku hâli, kork-
ma, ürkme.
ehl-i diyanet:
dindar kifliler.
evvelce:
daha evvel, daha önce.
ezcümle:
belli bafll›, bafll›ca, özel-
likle, bu cümleden olarak, bu da,
bu babdan.
gaye:
maksat, meram, hedef.
hâcât-› gayr-› zaruriye:
gerekli
olmayan istekler, zaruri olmayan
ihtiyaçlar, ihtiyaç olmad›¤› hâlde
ihtiyaç hâlini alm›fl fleyler.
hâcât-› zaruriye:
zorunlu ihtiyaç-
lar, gerekli ihtiyaçlar.
hata:
suç, günah, kabahat.
hayat-› diniye ve ebediye ve
uhreviye:
dinî hayat ve sonu ol-
mayan ahiret hayat›.
hayat-› dünyeviye:
dünyaya ait
olan hayat.
hayat-› uhreviye:
uhrevî hayat,
ahirete ait olan hayat.
ihbar:
haber verme, bildirme, an-
latma, duyurma.
inflaallah:
Allah isterse, Allah di-
lerse, Allah'›n emri olursa, Allah
izin verirse manalar›nda kullan›-
lan bir dua.
ispat:
delil ve flahit göstererek
do¤ruyu ortaya koyma, do¤ruyu
delillerle gösterme.
izin:
izin, müsaade, ruhsat.
kabir:
ölüleri defnetmek için ka-
z›lan çukur, mezar, sin, merkad.
büyük, ulu.
k›smen:
k›smî olarak, bütün de-
¤il, bir k›s›m, bir bölüm olarak ve-
ya baz› bak›mdan, baz› yönden.
kusur:
eksiklik, noksan.
maksat:
kastedilen, istenilen fley,
var›lmak istenen nokta, niyet,
meram.
Mehdî:
hadislere göre ahir za-
manda tevhidi esas alarak iman›
muhafaza edip ‹slâmiyeti hurafe-
lerden ve bid’alardan ar›nd›rarak
zaman›n anlay›fl›na göre yenile-
yecek olan âlim ve önder zat.
Muhbir-i Sad›k:
do¤ru haberci.
musibet:
felâket, belâ, ans›z›n
gelen belâ, dert, s›k›nt›.
mü'min:
iman eden, inanan.
müptelâ:
tutulmufl, tutkun, ba-
¤›ml›.
noksan:
kusurlu, nak›s.
set çekme:
engel olma.
s›dd›k:
çok do¤ru, çok dürüst.
sîne:
yürek, kalp, gönül.
flakirt:
talebe, ö¤renci.
flerait:
flartlar.
flükür:
görülen bir iyili¤e kar-
fl›l›k hoflnutluk, memnunluk
ve minnettarl›k ifade etme,
teflekkür.
talebe:
ö¤renciler, tahsil gö-
renler.
tasdik:
onaylama.
tenzih:
Allah'› flan›na lây›k ol-
mayan fleylerden, her türlü
eksik ve noksandan uzak ve
yüce tutma, münezzeh say-
ma.
tercih:
bir fleyi di¤erlerinden
üstün tutma, öne alma, seç-
me, daha çok be¤enme.
tetimme:
bir konuyu veya
eseri tamamlamak için ekle-
nen k›s›m, bir fleyin tam ol-
mas› için gereken fley.
tiryaki:
bir fleye vazgeçeme-
yecek derecede al›flm›fl olan.
varta:
uçurum, tehlike, bü-
yük tehlike.
vukuat:
vak'alar, vuku bulan
fleyler, hâdiseler, olaylar.
1.
Allah'›n ad›yla. Onu her türlü kusur ve noksanl›ktan tenzih ederiz.
458 |
BED‹ÜZZAMAN SA‹D NURSÎ
K
ASTAMONU
H
AYATI