ikinci, üçüncü derecede b›rak›p, o cereyanlar›n hükmü-
ne tâbi olarak, hemfikir olan münaf›klar› sever, kendine
muhâlif olan ehl-i hakikati, belki ehl-i velâyeti tenkit ve
adavet eder, hatta hissiyat-› diniyeyi o cereyanlara tâbi
yaparlar.
‹flte bu asr›n bu acip tehlikesine karfl› Risale-i Nur’un
hizmet ve meflgalesi, flimdiki siyaseti ve cereyanlar›n› o
derece nazar›mdan ›skat etmifl ki, bu Harb-i Umumîyi
dört ayd›r merak etmedim, sormad›m.
Hem, Risale-i Nur’un has talebeleri, bâkî elmaslar
hükmünde olan hakaik-› imaniyenin vazifesi içindeyken,
zalimlerin satranç oyunlar›na bakmakla vazife-i kudsiye-
lerine fütur vermemek ve fikirlerini bulaflt›rmamak ge-
rektir. Cenab-› Hak bize nur ve nuranî vazife vermifl, on-
lara da zulümlü zulümatl› oyunlar› vermifl. Onlar bizden
isti¤na edip yard›m etmedikleri ve elimizdeki kudsî nur-
lara müflteri olmad›klar› hâlde, onlar›n karanl›kl› oyunla-
r›na vazifemizin zarar›na bakmaya tenezzül etmek hata-
d›r. Bize ve merak›m›za dairemiz içindeki ezvak-› mane-
viye ve envar-› imaniye kâfi ve vâfidir.
Said Nursî
„@ò
1
o
¬n
fÉn
ër
Ño
°S /
¬p
ªr
°SÉp
H
Bugünlerde, Risale-i Nur’a sû-i kast edenlerin ve sizle-
re s›k›nt› verenlerin haklar›nda, bana verdi¤i bir hiddet
TAR‹HÇE-‹ HAYATI
| 465
K
ASTAMONU
H
AYATI
hatta:
manaya kuvvet vermek
için “üstelik, fazla olarak, bundan
baflka, kadar, bile, dahi, hem
de...” manalar›nda, cümle baflla-
r›nda kullan›lan edatt›r.
hemfikr:
fikirleri bir, ayn› fikirde.
hissiyat-› diniye:
dinle ilgili hisler.
hükmünde:
de¤erinde.
hüküm:
hakimiyet, hakim olma.
›skat:
düflürme, düflürülme.
içtimaî:
toplumla alâkal›, cemiye-
te ait, sosyal.
isti¤na:
çekinme, uzak durma,
gerek duymama.
kâfî:
yeter, yetecek.
kudsî:
mukaddes, kutlu, muaz-
zez, aziz.
meflgale:
ifl güç, ifl, u¤rafl, meflgu-
liyet, meflgul olunan fley.
mefl'um:
kötü, u¤ursuz, bedbaht.
muhalif:
muhalefet eden, uyma-
yan, karfl›t.
münaf›k:
kalbinde küfrü gizledi¤i
hâlde Müslüman görünen, kâfirli-
¤ini gizleyerek Müslüman gibi
davranan.
müflteri:
istekli.
nazar:
dikkat, düflünce, fikir.
nur:
ayd›nl›k, par›lt›, parlakl›k, zi-
ya, ›fl›k, flule.
nuranî:
nurlu, ›fl›kl›, parlak, mü-
nevver.
rab›ta:
yak›nl›k duyma, münase-
bet, ilgi, alâka, ba¤.
sathî:
yüzeysel, derinli¤ine dal-
madan.
siyaset:
politika.
siyasî:
siyaset gere¤i olan, siya-
setle ilgili, siyasete ait.
tâbi:
boyun e¤en, uyan, itaat
eden, itaatte bulunan, ba¤lanan.
talebe:
ö¤renciler, tahsil görenler.
tarafgirane:
taraf tutarcas›na, bir
taraf› destekleyerek.
tehyîc:
heyecanland›rma, heye-
cana getirme, coflturma, coflkun-
luk verme.
tenezzül:
inme, alçalma.
tenkit:
elefltirme.
vâfi:
yeter, tam, elverir.
vazife-i kudsiye:
mukaddes vazi-
fe, kutsal vazife.
velî:
dost, yak›n.
zaif:
zay›f, güçsüz, kuvvetsiz, ta-
katsiz, dermans›z.
zalim:
zulmeden, haks›zl›k eden,
ac›mas›z ve haks›z davranan.
zulüm:
haks›zl›k, eziyet, cefa, ifl-
kence.
zulümat:
karanl›klar.
1.
Allah'›n ad›yla. Onu her türlü kusur ve noksanl›ktan tenzih ederiz.
acip:
tuhaf, hayret veren,
hayrette b›rakan, flafl›lacak
fley.
adavet:
düflmanl›k, husumet.
arzu:
bir fleye karfl› duyulan
istek, heves.
asap:
sinirler, sinir sistemi.
bâkî:
ebedî, daimî, sonu gel-
mez, bitip tükenmez, ölmez,
sonsuz.
bât›n-› kalp:
kalbin içi, mane-
vî taraf›.
Cenab-› Hak:
Allah.
cereyan:
fikir, sanat, siyaset
hareketi.
ehl-i hakikat:
hakikati arzu-
layanlar, gerçe¤i bulup onun
peflinden gidenler.
ehl-i velâyet:
velî olanlar.
elmas:
çok k›ymetli bir mü-
cevher.
envar-› imaniye:
iman nurla-
r›, imana ait par›lt›lar.
ezvak-› maneviye:
manevî
zevkler.
fânî:
muvakkat, geçici.
fütur:
zay›fl›k, gevfleklik, bez-
ginlik, usanma, usanç, b›kma.
hakaik-› imaniye:
imana ait
hakikatler, imanî gerçekler.
Harb-i Umumî:
genel harp,
umumî savafl.
hariç:
bir fleyin d›fl›, d›flar›s›,
d›flta kalan.
has:
halis, samimi, gerçek.
hata:
yanl›fl, yanl›fll›k, galat.