Tarihçe-i Hayat - page 474

mana-i iflarî tabakas›nda ve o mana-i iflarî külliyetinde
dahil bir ferdi, Risale-i Nur oldu¤unu ve duhulüne ve me-
dar-› imtiyaz›na bir kuvvetli karine bulundu¤unu, bir saat
zarf›nda hissettim; ve bir k›sm›n› bir derece izahl›, bir k›s-
m› mücmelen gördüm. Kanaatimde, hiçbir flek ve flüphe
ve vehim ve vesvese kalmad›. Ben de, ehl-i iman›n ima-
n›n›, Risale-i Nur’la muhafaza niyetiyle, o kat’î kanaati-
mi yazd›m ve has kardefllerime mahrem tutulmak flart›y-
la verdim. Ve o risalede, biz demiyoruz ki, “Ayetin ma-
na-i sarihi budur”; tâ hocalar, “Fihi nazarun” desin.
Hem, dememifliz ki, “Mana-i iflarinin külliyeti budur.”
Belki diyoruz ki, “Mana-i sarihinin taht›nda müteaddit ta-
bakalar var; bir tabakas› da, mana-i iflarî ve remzidir. Ve
o mana-i iflarî de, bir küllîdir; her as›rda cüz’iyatlar› var;
Risale-i Nur dahi, bu as›rda o mana-i iflarî tabakas›n›n
külliyetinde bir ferdidir. Ve o ferdin kasten bir medar-›
nazar oldu¤una ve ehemmiyetli bir vazife görece¤ine,
eskiden beri ulema mabeyninde cari bir düstur-i cifrî ve
riyazî ile, karineler, belki hüccetler gösterilmifl iken,
Kur’ân’›n ayetini veya sarahatini, de¤il incitmek, belki
i’caz ve belâ¤at›na hizmet ediyor. Bu nevi iflarat-› gaybi-
yeye itiraz edilmez. Ehl-i hakikatin, nihayetsiz iflarat-›
Kur’âniyeden had ve hesaba gelmeyen istihraçlar›n› in-
kâr edemeyen, bunu da inkâr etmemeli ve edemez.
Amma, benim gibi ehemmiyetsiz bir adam›n elinde
böyle ehemmiyetli bir eserin zuhur etmesini isti¤rap ve
istib’at edip itiraz eden zat, e¤er bu¤day tanesi kadar bir
amma:
ama, lakin, ancak.
ayet:
Kur’an’›n her bir cümlesi.
belagat:
söz ve yaz›da sanatl› ve
tesirli ifade; bir fleyde sakl› bulu-
nan derin anlam.
belki:
hatta.
cari:
cereyan eden, akan, iflleyen.
cüz’iyat:
parçalar, küçük fleyler.
derece:
mertebe, kademe.
duhul:
içeri girme, dâhil olufl.
düstur-i cifrî:
cifir kaidesi..
ehemmiyetli:
önemli.
ehemmiyetsiz:
önemsiz.
Ehl-i hakikat:
hakikati arzulayan-
lar, gerçe¤i bulup onun peflinden
gidenler; Allah adam›.
ehl-i iman:
inananlar, iman sa-
hipleri.
fert:
flah›s, kifli.
had:
s›n›r.
has:
ileri gelen, seçkin olan.
hizmet:
bir u¤urda bir iflin yap›l-
mas› için çal›flma, o ifl için gayret
gösterme, çabalama.
hüccet:
delil.
i’caz:
mucizelik, insanlar›n benze-
rini yapmaktan âciz kald›klar› fle-
yi yapmak.
iman:
inanç, itikat.
inkâr:
reddetme, inanmama, ka-
bul ve tasdik etmeme.
istib’at:
ak›ldan uzak görme.
isti¤rap:
flafl›rma, flaflma, garip
bulma, hayret etme.
istihraç:
bir fleyden bir fley ç›kar-
ma, sonuç ç›karma, mana ç›kar-
ma.
iflarat-› gaybiye:
gaypla ilgili ifla-
retler; Hz. Peygamber, müçtehit
imamlar taraf›ndan gayba ait ve-
rilen haberler, iflaret yolu ile yap›-
lan aç›klamalar.
iflarat-› Kur’âniye:
Kur’ân’›n ifla-
retleri.
itiraz:
kabul etmedi¤ini belirtip
karfl› ç›kma.
izah:
aç›klama, ayr›nt›lar› ile an-
latma.
kanaat:
h›rs göstermeden k›sme-
tine raz› olmak, elindeki ile yetin-
mek.
karine:
iflaret, ipucu, iz, delil.
kasten:
bile bile, isteyerek, kas›t-
l› olarak.
kat’î:
kesin, flüpheye ve tereddü-
de mahal b›rakmayan.
Kur’ân:
Allah taraf›ndan vahiy
yoluyla Hz. Muhammed’e indiril-
mifl, semavî kitaplar›n sonuncu-
su.
küllî:
umumî, genel, bütün olan.
külliyet:
bütünlük, umumîlik.
mabeyn:
ara.
mahrem:
herkesçe bilinmemesi
gereken, gizli.
mana-i iflarî:
yaz› ve iflaretlerle
ifade edilen mana.
mana-i sarih:
aç›k mana, remiz
474 |
BED‹ÜZZAMAN SA‹D NURSÎ
K
ASTAMONU
H
AYATI
ve ima yoluyla de¤il aç›k an-
lat›m.
medar-› imtiyaz:
imtiyaz ve-
silesi, farkl› ve üstün olma se-
bebi.
medar-› nazar:
göz önünde
bulundurulmas› gereken.
muhafaza:
koruma.
mücmelen:
k›sa ve özlü bir
flekilde, k›sa olarak, k›salta-
rak, az flekilde, özet olarak.
müteaddit:
çeflitli, bir çok.
nevi:
çeflit, tür.
nihayetsiz:
sonsuz, s›n›rs›z.
niyet:
bir ifli yapmay› önce-
den düflünme.
remiz:
iflaret; istedi¤ini iflaret-
le ifade etme, ima.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin ad›.
riyazî:
hesapla, matematikle
ilgili, riyaziyeye ait.
sarahat:
ifadedeki aç›kl›k,
aç›k anlat›m.
flart:
vaziyet, hâl, durum.
flek:
flüphe, zan, tereddüt.
flüphe:
karars›zl›k, kuflku.
tabaka:
kat, katman.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim
sahipleri.
vazife:
görev.
vehim:
zan, flüphe, yanl›fl ve
esass›z düflünce.
vesvese:
flüphe, kuruntu, kal-
be gelen as›ls›z kötü ve sinsi
düflünce.
zarf›nda:
süresince.
zat:
kifli, flah›s.
zuhur:
görünme, belli olma,
ortaya ç›kma.
1...,464,465,466,467,468,469,470,471,472,473 475,476,477,478,479,480,481,482,483,484,...1390
Powered by FlippingBook