Tarihçe-i Hayat - page 450

etse de makbul gördükleri için, o merhum kardeflim de-
di ki:
“Hazret-i Ziyaeddin bütün ulûmu biliyor. Kâinatta,
kutb-i azam gibi, her fleye ›tt›l⛠var.” Beni onunla rapt
etmek için harika makamlar›n› beyan etti. Ben de o kar-
deflime dedim ki:
“Sen mübalâ¤a ediyorsun. Ben onu görsem, çok me-
selelerde onu ilzam edebilirim. Hem, sen benim kadar
onu hakikî sevmiyorsun. Çünkü, kâinattaki ulûmlar› bilir
bir kutb-i azam suretinde tahayyül etti¤in bir Ziyaeddin
seversin; yani, o ünvan ile ba¤l›s›n, muhabbet edersin.
E¤er perde-i gayp aç›lsa, hakikati görülse, senin muhab-
betin ya zail olur veyahut dörtte birisine iner. Fakat, ben
o zat-› mübareki, senin gibi pek ciddî severim, takdir
ederim. Çünkü, sünnet-i seniye dairesinde, hakikat mes-
le¤inde, ehl-i imana halis ve tesirli ve ehemmiyetli bir
rehberdir. fiahsî makam› görülse, de¤il geri çekilmek,
vazgeçmek, muhabbette noksan olmak, bilâkis daha zi-
yade hürmet ve takdir ile ba¤lanaca¤›m. Demek ben ha-
kikî bir Ziyaeddin’i, sen de hayalî bir Ziyaeddin’i sever-
sin.”
Benim o kardeflim insafl› ve müdakkik bir âlim oldu¤u
için, benim nokta-i nazar›m› kabul edip takdir etti.
Ey Risale-i Nur’un k›ymetli talebeleri ve benden daha
bahtiyar ve fedakâr kardefllerim!
âlim:
ilim ile u¤raflan, ilim adam›.
bahtiyar:
bahtl›, talihli, mes’ut ,
mutlu.
beyan:
anlatma, aç›k söyleme,
bildirme, izah.
bilâkis:
aksine, tersine, tam tersi,
tersine olarak.
ciddî:
gerçek, hakikat.
ehemmiyet:
k›ymet, de¤er,
önem.
ehl-i iman:
inananlar, iman sa-
hipleri, ‹slâm dinini kabul edenler.
fedakâr:
kendini veya flahsî men-
faatlerini hiçe sayan, feda eden.
hakikat:
gerçek, as›l, esas.
hakikî:
gerçek, sahici.
halis:
gerçek, samimi, içten.
hârika:
her zaman rastlanmayan,
ola¤anüstü vas›flar tafl›yan ve
hayranl›k hissi uyand›ran, âdet ve
tabiat d›fl›nda olan fley.
hayalî:
hayale ait, gerçek olma-
yan.
hürmet:
sayg›, ihtiram.
›tt›lâ:
haberi olma, bilgisi bulun-
ma, muttali olma. kokulu fleyler
sürünme.
ilzam:
tart›flmada kuvvetli deliller
ve belgeler öne sürerek karfl›nda-
kini cevap veremez hâle getirme,
münazarada karfl›s›ndakini sus-
turma.
insaf:
adaleti ve hakk› düflünerek
davranma.
kâinat:
yarat›lm›fl olan fleylerin
tamam›, bütün âlemler, varl›klar.
k›ymet:
de¤er.
kutb-› azam:
en büyük kutup, di-
nî bir meslek veya grubun bafl›,
birçok Müslüman›n kendisine
ba¤land›klar› büyük evliyadan
zaman›n en büyük mürflidi.
makbul:
kabul edilmifl olan, al›-
nan, reddedilmeyen.
merhum:
rahmete kavuflmufl, öl-
müfl, ölü.
mesele:
konu, problem.
meslek:
gidifl, usül, tarz.
450 |
BED‹ÜZZAMAN SA‹D NURSÎ
K
ASTAMONU
H
AYATI
muhabbet:
ülfet, sevgi, sev-
me, dostluk.
mübalâ¤a:
bir ifli, bir fleyi çok
büyütme, bir konu veya iflte
lüzumundan fazla ileriye git-
me, afl›r› büyütme, abartma,
abart›.
müdakkik:
tetkik eden, ince-
leyen, araflt›ran, inceden in-
ceye araflt›ran, en ufak gizli
fleyleri gören.
noksan:
eksik, kusurlu.
nokta-i nazar:
görüfl aç›s›,
bak›fl aç›s›.
perde-i gayp:
gayp perdesi,
gizli perde.
rapt:
ba¤lama, tamam›yla bir
fleye ba¤lanma.
rehber:
yol gösteren, k›lavuz,
delil.
suret:
biçim, görünüfl, k›l›k,
k›yafet.
sünnet-i seniye:
Hz. Muham-
med'in (a.s.m.) yüce sünneti.
flahsî:
flahsa ait, kifliye, kendi-
ne ait, flah›sla ilgili, hususî.
tahayyül:
hayale getirme,
hayalinde canland›rma, zihin-
de canland›rma, tasavvur et-
me.
takdir:
be¤enme, be¤endi¤ini
belirtme; bir fleyin de¤erini,
k›ymetini, lüzumunu anlama.
talebe:
ö¤renciler, tahsil gö-
renler.
tesir:
etki.
ulûm:
ilimler.
ünvan:
ad, isim, flöhret.
zail:
zeval bulan, sona eren,
devaml› olmayan, yok olan.
zat-› mübarek:
mübarek kifli.
ziyade:
çok, fazla, art›k.
1...,440,441,442,443,444,445,446,447,448,449 451,452,453,454,455,456,457,458,459,460,...1390
Powered by FlippingBook