etse de makbul gördükleri için, o merhum kardeflim de-
di ki:
Hazret-i Ziyaeddin bütün ulûmu biliyor. Kâinatta,
kutb-i azam gibi, her fleye ttlâ var. Beni onunla rapt
etmek için harika makamlarn beyan etti. Ben de o kar-
deflime dedim ki:
Sen mübalâ¤a ediyorsun. Ben onu görsem, çok me-
selelerde onu ilzam edebilirim. Hem, sen benim kadar
onu hakikî sevmiyorsun. Çünkü, kâinattaki ulûmlar bilir
bir kutb-i azam suretinde tahayyül etti¤in bir Ziyaeddin
seversin; yani, o ünvan ile ba¤lsn, muhabbet edersin.
E¤er perde-i gayp açlsa, hakikati görülse, senin muhab-
betin ya zail olur veyahut dörtte birisine iner. Fakat, ben
o zat- mübareki, senin gibi pek ciddî severim, takdir
ederim. Çünkü, sünnet-i seniye dairesinde, hakikat mes-
le¤inde, ehl-i imana halis ve tesirli ve ehemmiyetli bir
rehberdir. fiahsî makam görülse, de¤il geri çekilmek,
vazgeçmek, muhabbette noksan olmak, bilâkis daha zi-
yade hürmet ve takdir ile ba¤lanaca¤m. Demek ben ha-
kikî bir Ziyaeddini, sen de hayalî bir Ziyaeddini sever-
sin.
Benim o kardeflim insafl ve müdakkik bir âlim oldu¤u
için, benim nokta-i nazarm kabul edip takdir etti.
Ey Risale-i Nurun kymetli talebeleri ve benden daha
bahtiyar ve fedakâr kardefllerim!
âlim:
ilim ile u¤raflan, ilim adam.
bahtiyar:
bahtl, talihli, mesut ,
mutlu.
beyan:
anlatma, açk söyleme,
bildirme, izah.
bilâkis:
aksine, tersine, tam tersi,
tersine olarak.
ciddî:
gerçek, hakikat.
ehemmiyet:
kymet, de¤er,
önem.
ehl-i iman:
inananlar, iman sa-
hipleri, slâm dinini kabul edenler.
fedakâr:
kendini veya flahsî men-
faatlerini hiçe sayan, feda eden.
hakikat:
gerçek, asl, esas.
hakikî:
gerçek, sahici.
halis:
gerçek, samimi, içten.
hârika:
her zaman rastlanmayan,
ola¤anüstü vasflar taflyan ve
hayranlk hissi uyandran, âdet ve
tabiat dflnda olan fley.
hayalî:
hayale ait, gerçek olma-
yan.
hürmet:
sayg, ihtiram.
ttlâ:
haberi olma, bilgisi bulun-
ma, muttali olma. kokulu fleyler
sürünme.
ilzam:
tartflmada kuvvetli deliller
ve belgeler öne sürerek karflnda-
kini cevap veremez hâle getirme,
münazarada karflsndakini sus-
turma.
insaf:
adaleti ve hakk düflünerek
davranma.
kâinat:
yaratlmfl olan fleylerin
tamam, bütün âlemler, varlklar.
kymet:
de¤er.
kutb- azam:
en büyük kutup, di-
nî bir meslek veya grubun bafl,
birçok Müslümann kendisine
ba¤landklar büyük evliyadan
zamann en büyük mürflidi.
makbul:
kabul edilmifl olan, al-
nan, reddedilmeyen.
merhum:
rahmete kavuflmufl, öl-
müfl, ölü.
mesele:
konu, problem.
meslek:
gidifl, usül, tarz.
450 |
BEDÜZZAMAN SAD NURSÎ
K
ASTAMONU
H
AYATI
muhabbet:
ülfet, sevgi, sev-
me, dostluk.
mübalâ¤a:
bir ifli, bir fleyi çok
büyütme, bir konu veya iflte
lüzumundan fazla ileriye git-
me, aflr büyütme, abartma,
abart.
müdakkik:
tetkik eden, ince-
leyen, arafltran, inceden in-
ceye arafltran, en ufak gizli
fleyleri gören.
noksan:
eksik, kusurlu.
nokta-i nazar:
görüfl açs,
bakfl açs.
perde-i gayp:
gayp perdesi,
gizli perde.
rapt:
ba¤lama, tamamyla bir
fleye ba¤lanma.
rehber:
yol gösteren, klavuz,
delil.
suret:
biçim, görünüfl, klk,
kyafet.
sünnet-i seniye:
Hz. Muham-
med'in (a.s.m.) yüce sünneti.
flahsî:
flahsa ait, kifliye, kendi-
ne ait, flahsla ilgili, hususî.
tahayyül:
hayale getirme,
hayalinde canlandrma, zihin-
de canlandrma, tasavvur et-
me.
takdir:
be¤enme, be¤endi¤ini
belirtme; bir fleyin de¤erini,
kymetini, lüzumunu anlama.
talebe:
ö¤renciler, tahsil gö-
renler.
tesir:
etki.
ulûm:
ilimler.
ünvan:
ad, isim, flöhret.
zail:
zeval bulan, sona eren,
devaml olmayan, yok olan.
zat- mübarek:
mübarek kifli.
ziyade:
çok, fazla, artk.