ona sevk olunuyordu. Bir hiss-i kable’l-vuku ile o nuranî
hakikati maddî suretinde ar›yordu. Sonra, o hakikatin
maddî ciheti dahi vücuda gelmeye bafllad›. Sultan Reflad
(merhum), on dokuz bin alt›n liray›, Van’da temeli at›lan
o Medresetü’z-Zehra’ya verdi. Temel at›ld›. Fakat, sab›k
Harb-i Umumi ç›kt›; geri kald›. Befl-alt› sene sonra An-
kara’ya gittim, yine o hakikate çal›flt›m. ‹ki yüz mebustan
yüz altm›fl üç mebusun imzalar›yla, o medresemize yüz
elli bin banknota ibl⤠ederek, o tahsisât kabul edildi. Fa-
kat, binler teessüf, medreseler kapand›, o hakikat geri
kald›. Fakat, Cenab-› Hakka hadsiz flükrolsun ki, o med-
resenin manevî hüviyeti Isparta vilâyetinde tesis edildi,
Risale-i Nur’u tecessüm ettirdi. ‹nflaallah istikbalde, Risa-
le-i Nur fiakirtleri, o âlî hakikatin maddî suretini de tesis
etmeye muvaffak olacaklar...
Said Nursî
„®ò
1
o
¬n
fÉn
ër
Ño
°S /
¬p
ªr
°SÉp
H
Risale-i Nur’un yüksek, k›ymettar hizmet-i imaniyesi
onlara kâfi olarak kanaat veriyordu. O flakirtlerin gayet
keskin kalp basireti flöyle bir hakikati anlam›fl ki:
Risale-i Nur ile hizmet ise, iman› kurtar›yor. Tarikat ve
fleyhlik ise, velâyet mertebeleri kazand›r›yor. Bir adam›n
iman›n› kurtarmak ise, on mü’mini velâyet derecesine ç›-
karmaktan daha mühim ve daha sevapl›d›r. Çünkü,
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
banknot:
k⤛t para.
basiret:
kalp gözüyle görme,
do¤ru ve ölçülü görüfl.
Cenab-› Hak:
Allah.
cihet:
yan, yön, taraf.
gayet:
çok, fazla, son derece.
hadsiz:
s›n›rs›z, sonsuz.
hakikat:
gerçek, as›l, esas.
Harb-i Umumî:
genel harp, umu-
mî savafl.
hiss-i kablelvuku:
Bir fleyi vuku-
undan önce hissetme, bir hadise-
nin gerçekleflmesinden önce kal-
be do¤mas›.
hizmet-i imaniye:
imana ait hiz-
met, iman ve Kur'ân hakikatleri-
nin ikna edici ve ilmî delillerle an-
lafl›lmas›na hizmet etme.
hüviyet:
benlik, flahsiyet, kimlik,
as›l, mahiyet.
ibla¤:
gönderme, ulaflt›rma.
iman:
inanma, inanç, itikat, tas-
dik.
inflaallah:
Allah isterse, Allah di-
lerse, Allah'›n emri olursa, Allah
izin verirse manalar›nda kullan›-
lan bir dua.
istikbal:
gelecek, gelecek zaman,
ati.
kâfî:
yeten, kâfi gelen, deruhte
eden, ihtiyac› karfl›layan.
kanaat:
k›smete raz› olma, elin-
dekiyle yetinme, göz toklu¤u,
elindekini yeterli görüp fazlas›n›
istememe.
k›ymettar:
k›ymetli, de¤erli, pa-
hal›.
kusur:
eksiklik, noksan.
maddî:
maddeye ait, madde ile
alâkal›, cismanî.
manevî:
madde d›fl› olan, maddî
olmayan, manaya ait.
mebus:
halk taraf›ndan seçilerek
meclise gönderilen, milletvekili.
medrese:
yüksek mektep, üni-
versite.
Medresetüzzehra:
Bediüzza-
man'›n do¤uda (Van) yap›lmas›n›
idarecilere teklif etti¤i, fen ilimle-
riyle din ilimlerinin birlikte oku-
tulmas›n› düflündü¤ü üniversite.
merhum:
rahmete kavuflmufl, öl-
müfl, ölü.
mertebe:
rütbe, paye.
muvaffak:
baflaran, baflarm›fl,
baflar›l›.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
mü'min:
iman eden, inanan.
noksan:
kusurlu, nak›s.
nuranî:
nurlu, ›fl›kl›, parlak, mü-
nevver.
sab›k:
geçen, geçmifl, olmufl, ön-
ceki, evvelki.
sevk:
yönlendirme.
suret:
biçim, flekil, görünüfl.
flakirt:
talebe, ö¤renci.
fleyh:
tarikat kurucusu, bir ta-
rikatta en üst mertebeye
ulaflm›fl kimse.
flükür:
görülen bir iyili¤e kar-
fl›l›k hoflnutluk, memnunluk
ve minnettarl›k ifade etme,
teflekkür.
tahsilat:
para alma, toplama.
tarikat:
Allah'a ulaflmak için,
fleyhin gözetiminde müridin
takip edece¤i terbiye usul ve
yolu, seyir ü sülûk s›ras›nda
tutulan yol.
tecessüm:
cisimleflme, cisim
haline gelme, cisim ve vücut
meydana getirme.
teessüf:
üzülme, eseflenme,
bir fleyin tesirini hissetme, ac›
duyma.
tenzih:
Allah'› flan›na lây›k ol-
mayan fleylerden, her türlü
eksik ve noksandan uzak ve
yüce tutma, münezzeh say-
ma.
tesis:
kurma, meydana getir-
me.
velâyet:
velîlik, ermifllik, Al-
lah dostlu¤u.
vilayet:
il.
vücut:
var olma, var olufl, var-
l›k.
1.
Allah'›n ad›yla. Onu her türlü kusur ve noksanl›ktan tenzih ederiz.
448 |
BED‹ÜZZAMAN SA‹D NURSÎ
K
ASTAMONU
H
AYATI