edilmeyecek; ya bütünü esbab-› maddiyeye taksim edile-
cek, veyahut bütünü birden bir tek Zata verilecektir. Bi-
rinci fl›k muhal oldu¤u gibi, bu fl›k vaciptir, zarurîdir.
Çünkü bir tek Zata, yani, bir Kadîr-i Ezelî’ye verilse, ma-
dem bütün mevcudat›n intizamat ve hikmetleriyle vücu-
du kat’î tahakkuk eden ilmi her fleyi ihata ediyor; ve
madem ilminde her fleyin miktar› taayyün ediyor; ve
madem, bilmüflahede, her vakit hiçten, nihayetsiz sühu-
letle, nihayetsiz sanatl› masnular vücuda geliyor; ve
madem o Kadîr-i Alîm’in, bir kibrit çakar gibi, emr-i
1
o
¿ƒo
µ`n
«n
a r
øo
c
ile, hangi fley olursa olsun icat edebildi¤ini,
hadsiz kuvvetli deliller ile, çok risalelerde beyan etti¤imiz
ve hususan Yirminci Mektup ve Yirmi Üçüncü Lem’an›n
ahirinde ispat edildi¤i gibi, hadsiz bir kudreti var. Elbet-
te, bilmüflahede görülen harikulâde sühulet ve kolayl›k, o
ihata-i ilmiyeden ve azamet-i kudretten geliyor.
Meselâ, nas›l ki, göze görülmeyen eczal› bir mürek-
keple yaz›lan bir kitaba, o yaz›y› göstermeye mahsus bir
ecza sürülse, o koca kitap birden her bir göze vücudunu
gösterip kendini okutturur. Aynen öyle de, o Kadîr-i Eze-
lî’nin ilm-i muhitinde, her fleyin suret-i mahsusas›, bir
miktar-› muayyen ile taayyün ediyor. O Kadîr-i Mutlak,
emr-i
o
¿ƒo
µn
«n
a r
øo
c
ile, o hadsiz kudretiyle ve nafiz iradesiy-
le, o yaz›ya sürülen ecza gibi, gayet kolay ve sühulet ile,
kudretin bir cilvesi olan kuvvetini, o mahiyet-i ilmiyeye
ahir:
son.
aynen:
bir fleyin asl› veya kendisi
olarak, t›pk› t›pk›s›na, hiç de¤ifl-
meden, oldu¤u gibi.
azamet-i kudret:
kudretin bü-
yüklü¤ü.
beyan:
anlatma, aç›k söyleme,
bildirme, izah.
bilmüflahede:
görerek, bizzat fla-
hit olarak, görür flekilde, görme
derecesinde.
cilve:
görünme, akis yans›ma; Al-
lah’›n isim ve s›fatlar›n›n varl›klar
üzerinde aksederek görünmesi.
ecza:
etkili, tesirli madde.
esbab-› maddiye:
maddî sebep-
ler.
gayet:
çok, son derece.
hadsiz:
s›n›rs›z, sonsuz.
harikulâde:
efli ve benzeri olma-
yan, ola¤anüstü.
hikmet:
kâinattaki ve yarat›l›flta-
ki ‹lâhî gaye, maksat.
hususan:
bilhassa, özellikle.
icat:
vücuda getirme, yoktan var
etme.
ihata:
bir fleyin etraf›n› çevirme,
sarma, kuflatma.
ihata-i ilmiye:
ilmin kuflat›c›l›¤›,
ilmin geniflli¤i.
ilm-i muhit:
her fleyi ihata edici,
kuflat›c› ilim.
intizamat:
tertipler, düzenleme-
ler, düzenler.
irade:
dileme, isteme, bir fleyi
yapma veya yapmama konusun-
da karar verebilme ve bu karar›
yerine getirme gücü.
ispat:
do¤ruyu delillerle göster-
me.
Kadîr-i Alîm:
her fleyi hakk›yla
bilen ve her fleye gücü yeten, Al-
lah.
Kadîr-i Ezelî:
her fleye gücü ye-
ten, varl›¤›n›n evveli olmayan, Al-
lah.
Kadîr-i Mutlak:
hiç bir kay›t ve
flarta tâbi olmaks›z›n her fleye
gücü yeten sonsuz kudret sahibi,
Allah.
kat’î:
kesin, flüphesiz.
kudret:
güç, kuvvet, takat, ikti-
dar.
kuvvet:
s›hhat, sa¤laml›k.
mahiyet-i ilmiye:
bir fleyin ilmî
hakikati.
mahsus:
bir fleye has olan, özel,
ait.
200 |
BED‹ÜZZAMAN SA‹D NURSÎ
‹
LK
H
AYATI
masnu:
sanatla yap›lm›fl, sa-
nat de¤eri yüksek varl›k.
meselâ:
misal olarak, örnek
olarak.
mevcudat:
var olan her fley,
yarat›lm›fl fleylerin tamam›,
kâinat.
miktar:
ölçü, derece.
miktar-› muayyen:
belirli
miktar, belli olan miktar.
muhal:
imkâns›z, olmas›
mümkün olmayan.
nafiz:
etkili, tesirli olan.
nihayetsiz:
sonsuz.
sanat:
bir fleyi yapmada gös-
terilen ustal›k, ustal›k, hüner,
mârifet.
suret-i mahsusa:
özel, o var-
l›¤a ait flekil.
sühulet:
kolayl›k.
taayyün:
belli olma, belirlen-
me.
tahakkuk:
delil ile ispat edil-
me, kesinleflme, do¤rulu¤u
meydana ç›kma.
taksim:
paylaflt›rma, bölüfl-
türme.
tefrik:
ay›rma, ay›rt etme.
vacip:
yap›lmas› gerekli olan.
vücut:
var olufl, varl›k.
zarurî:
zorunlu, mecburî, ge-
rekli.
1.
"Ol!" der, oluverir. (Yâsin Suresi: 82.)