Tarihçe-i Hayat - page 194

‹flte bu hâlette, gayet rikkatli ve firkatli elemli bir hü-
zün ve gam, kalbime, bafl›ma çöktü. Çünkü ben yaln›z
bir-iki dostu kaybetmiyorum; ‹stanbul’da binler sevdi¤im
dostlar›mdan müfarakat gibi, çok sevdi¤im ‹stanbul’dan
da ayr›laca¤›m. Dünyada yüz binler dostlar›mdan iftirak
gibi, çok sevdi¤im ve müptelâ oldu¤um o güzel dünya-
dan da ayr›laca¤›m diye düflünürken, yine kabristan›n o
yüksek yerine gittim. Ara s›ra sinemaya ibret için gitti-
¤imden, bana, ‹stanbul içindeki insanlar, o dakikada, si-
nemada geçmifl zaman›n gölgelerini haz›r zamana getir-
mek cihetiyle, ölmüfl olanlar› ayakta gezer suretinde gös-
terdikleri gibi, aynen ben de, o vakit gördü¤üm insanla-
r›, ayakta gezen cenazeler vaziyetinde gördüm. Hayalim
dedi ki: Madem bu kabristanda olanlardan bir k›sm›, si-
nemada, gezer gibi görülüyor; ileride kat’iyen bu kabris-
tana gireceklerini, girmifl gibi gör. Onlar da cenazelerdir,
geziyorlar.
Birden, Kur’ân-› Hakîm’in nuruyla ve Gavs-› Azam
fieyh Geylânî (k.s.) Hazretlerinin irflad›yla, o hazin hâlet,
sürurlu ve nefleli bir vaziyete ink›lâp etti. fiöyle ki:
O hazin hale karfl› Kur’ân’dan gelen nur böyle ihtar
etti ki: Senin, flimal-i flarkîde, Kosturma’daki gurbetinde
bir-iki esir zabit dostun vard›. Bu dostlar›n her hâlde ‹s-
tanbul’a gideceklerini biliyordun. Sana birisi dese idi:
“Sen ‹stanbul’a m› gideceksin, yoksa burada m› kalacak-
s›n?” Elbette, zerre miktar akl›n varsa, ‹stanbul’a ferah
ve sürurla gitmesini kabul edecektin. Çünkü bin birden,
dokuz yüz doksan dokuz ahbab›n ‹stanbul’dad›rlar.
194 |
BED‹ÜZZAMAN SA‹D NURSÎ
‹
LK
H
AYATI
ahbap:
dost, dostlar, sevilen
dostlar.
aynen:
bir fleyin asl› veya kendisi
olarak, t›pk› t›pk›s›na, hiç de¤ifl-
meden, oldu¤u gibi.
cenaze:
ölü.
cihet:
yan, yön, taraf.
elbette:
kesinlikle, mutlaka, flüp-
hesiz.
elem:
ac›, keder, maddî-manevî
›zt›rap.
ferah:
gönül aç›kl›¤›, sevinç.
firkat:
ayr›l›k, hasret.
gam:
tasa, keder, üzüntü.
gayet:
çok, son derece.
gurbet:
kiflinin yabanc› yerlerde
kalmas›.
hâlet:
hâl, durum.
hazin:
keder veren, ac› uyand›-
ran, hüzün veren.
hazret:
sayg›, ululama, yü-
celtme, övme maksad›yla
kullan›lan tabir.
hüzün:
keder, tasa, gam.
ibret:
ders alma, ders ç›kar-
ma.
iftirak:
ayr›lma.
ihtar:
dikkatini çekme, hat›r-
latma, uyarma.
ink›lâp:
bir hâlden di¤er hâle
geçme, hâl de¤ifltirme, de¤i-
flim, dönüflüm.
irflat:
do¤ru yolu gösterme,
do¤ru yola yöneltme, gaflet-
ten uyand›rma, uyarma.
kabristan:
mezarl›k.
kat’iyen:
kesin olarak, kesin-
likle.
müfarakat:
uzaklaflma, ayr›l-
ma, ayr›l›k.
müptelâ:
düflkün, bir fleye
düflkün ve tutulmufl olan.
nefle:
keyif, sevinç.
nur:
ayd›nl›k, ›fl›k.
rikkatli:
rikkat sahibi olan,
yufkal›k, incelik, merhamet
sahibi.
suret:
flekil, biçim, görünüfl.
sürur:
sevinç.
flimal-i flarkî:
kuzey do¤u.
vaziyet:
durum, hâl.
zabit:
subay.
zerre miktar:
çok az derece-
de, ölçüde.
1...,184,185,186,187,188,189,190,191,192,193 195,196,197,198,199,200,201,202,203,204,...1390
Powered by FlippingBook