masnuunu, bir rahmet kap›s› olan toprak alt›na muvak-
katen atar.
(HAfi‹YE)
‹flte bu ihtar-› Kur’ânîyi ald›ktan sonra, o kabristan, ‹s-
tanbul’dan ziyade bana ünsiyetli oldu. Halvet ve uzlet,
bana sohbet ve muafleretten daha ziyade hofl geldi. Ben
de Bo¤az taraf›ndaki Sar›yer’de, bir halvethane kendime
buldum. Gavs-› Azam (k.s.)
Fütuhu’l-Gayb’
›yla bana bir
üstat ve tabip ve mürflit oldu¤u gibi, ‹mam-› Rabbanî de
(r.a.) Mektubat’›yla bir enis, bir müflfik, bir hoca hükmü-
ne geçti. O vakit, ihtiyarl›¤a girdi¤imden ve medeniyetin
ezvak›ndan çekildi¤imden ve hayat-› içtimaiyeden s›yr›l-
d›¤›mdan pek çok memnun oldum, Allah’a flükrettim.
ì®Õ
HAfi‹YE:
Bu hakikat, iki kere iki dört eder derecesinde, sair risalelerde,
hususan Onuncu ve Yirmi Dokuzuncu Sözlerde ispat edilmifltir.
196 |
BED‹ÜZZAMAN SA‹D NURSÎ
‹
LK
H
AYATI
enis:
dost, arkadafl.
ezvak:
zevkler.
hakikat:
gerçek.
halvet:
tenhaya çekilme, yaln›z-
l›k, tek bafl›na kalma.
halvethane:
gizli ibadet yeri.
hafliye:
bir kitab›n sayfalar›n›n
kenar›na veya alt›na yaz›lan aç›k-
lay›c› yaz›, dipnot.
hayat-› içtimaiye:
sosyal hayat,
cemiyet hayat›, toplum haya-
t›.
hoca:
ö¤retmen, kendisine
itibar edilen büyük kimse.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hükmüne geçmek:
yerine
geçmek.
ihtar-› Kur’ânî:
Kur’ân’›n ha-
t›rlatmas›, uyarmas›, bildir-
mesi, dikkat çekmesi.
ispat:
delil ve flahit göstere-
rek do¤ruyu ortaya koyma.
kabristan:
mezarl›k.
masnu:
sanatla yap›lm›fl, sa-
nat de¤eri yüksek varl›k.
medeniyet:
medenîlik, flehir-
lilik, uygarl›k.
memnun:
hoflnut, raz›.
muafleret:
insanlarla beraber
yaflama, toplumsal iliflkiler
içinde bulunma.
muvakkaten:
geçici olarak,
az bir zaman için.
mürflit:
irflat eden, do¤ru yo-
lu gösteren, rehber, k›lavuz.
müflfik:
flefkatli, merhametli,
ac›yan.
rahmet:
ac›ma, merhamet
etme, esirgeme, ba¤›fllama,
flefkat gösterme.
sair:
di¤er, öteki.
sohbet:
görüflüp konuflma.
flükür:
Allah’›n verdi¤i nimet-
ler karfl›s›nda elhamdülillah
deme, Allah’a hamd etme.
tabip:
doktor.
uzlet:
insanlardan uzak dur-
ma, yaln›zl›k.
ünsiyet:
al›flkanl›k, ülfet,
dostluk, ahbapl›k, arkadafll›k.
üstat:
ö¤retici.
ziyade:
çok, fazla.