Burada bir-iki tane kalmfl; onlar da oraya gidecekler. Se-
nin için stanbula gitmek hazin bir firak, elîm bir iftirak
de¤il. Hem de geldin; memnun olmadn m? O düflman
memleketindeki pek karanlk, uzun gecelerinden ve pek
so¤uk frtnal kfllarndan kurtuldun. Bu güzel, dünya
Cenneti gibi stanbula geldin.
Aynen öyle de, senin küçüklü¤ünden bu yaflna kadar,
sevdiklerinden yüzde doksan dokuzu, sana dehflet veren
kabristana göçmüfller. Bu dünyada kalan bir-iki dostun
var; onlar da oraya gidecekler. Dünyada vefatn firak de-
¤il, visaldir, o ahbaplara kavuflmaktr. Onlar, yani o er-
vah- bâkiye, eskimifl yuvalarn toprak altnda brakp,
bir ksm yldzlarda, bir ksm âlem-i berzah tabakatnda
geziyorlar diye ihtar edildi.
Evet, bu hakikati Kurân ve iman o derece katî bir su-
rette ispat etmifltir ki, bütün bütün kalpsiz, ruhsuz olmaz-
sa veyahut dalâlet kalbini bo¤mamfl ise, görüyor gibi
inanmak gerektir. Çünkü bu dünyay hadsiz enva- lütuf
ve ihsanatyla böyle tezyin edip mükrimâne ve flefikàne
rububiyetini gösteren ve tohumlar gibi en ehemmiyetsiz
cüzî fleyleri dahi muhafaza eden bir Sâni-i Kerîm ve Ra-
hîm, masnuat içinde en mükemmel ve en cami, en
ehemmiyetli ve en çok sevdi¤i masnuu olan insan, el-
bette ve bilbedahe, sureten göründü¤ü gibi böyle merha-
metsiz, akbetsiz idam etmez, mahvetmez, zayi etmez.
Belki bir çiftçinin topra¤a serpti¤i tohumlar gibi, baflka
bir hayatta sümbül vermek için, Hâlk- Rahîm o sevgili
TARHÇE- HAYATI
| 195
LK
H
AYATI
ihsanat:
ihsanlar, iyilikler, ba¤fl-
lar, yardmlar, nimetler, lütuflar.
ihtar:
dikkatini çekme, uyarma,
hatrlatma.
iman:
inanç, Allaha ve bildirdi¤i
esaslara inanma.
ispat:
delil ve flahit göstererek
do¤ruyu ortaya koyma, do¤ruyu
delillerle gösterme.
kabristan:
mezarlk.
katî:
kesin, flüphesiz.
mahv:
yok etme, ortadan kaldr-
ma, periflan etme.
masnu:
sanatla yaplmfl, sanat
de¤eri yüksek varlk.
masnuat:
sanatla yaplmfl, sanat
de¤eri yüksek varlklar.
memleket:
devlet, ülke, yurt.
merhamet:
acma, flefkat göster-
me, iyilik etme, yardmda bulun-
ma.
muhafaza:
koruma, saklama.
mükrimâne:
ikram ederek, a¤r-
layarak.
rububiyet:
Cenab- Hakkn her
zaman, her yerde, her mahlûka
muhtaç oldu¤u fleyleri vermesi,
onu terbiye etmesi ve idaresi al-
tnda bulundurma vasf.
Sâni-i Kerîm:
ikram bol olan ve
her fleyi sanatl yaratan Allah.
suret:
biçim, tarz, flekil.
sureten:
görünüfl itibaryla, görü-
nüflte.
flefikàne:
flefkatli, merhametli bir
flekilde, acyarak, esirgeyerek.
tabakat:
tabakalar.
tezyin:
süsleme, ziynetlendirme.
vefat:
ölüm.
visal:
ulaflma, kavuflma.
zayi:
kaybetme, yok etme.
ahbap:
dost, dostlar, sevilen-
ler.
akbet:
netice, sonuç.
âlem-i berzah:
ruhlarn kya-
mete kadar kalacaklar âlem.
bilbedahe:
apaçk bir flekilde.
cami:
pek çok manalar ve
hakikatleri kendinde topla-
yan, birçok fleyle alâkal olan;
ihtiva eden, kaplayan.
cüzî:
kymetsiz, önemsiz, kü-
çük.
dalâlet:
iman ve slâmiyetten
ayrlma, do¤ru yoldan ayrl-
ma, batla yönelme.
dehflet:
büyük korku hâli,
korkma, ürkme.
ehemmiyet:
kymet, de¤er,
önem.
elbette:
kesinlikle, mutlaka,
flüphesiz.
elîm:
çok dert ve keder ve-
ren, çok ac verici, ackl.
enva- lütuf:
lütuf türleri,
hoflluk ve güzellik çeflitleri.
ervah- bâkiye:
ebedî ruhlar.
firak:
ayrlk, ayrlma.
hadsiz:
snrsz.
hakikat:
gerçek.
Hâlk- Rahîm:
sonsuz mer-
hamet ve flefkat sahibi yara-
tc, Allah.
hazin:
keder veren, ac uyan-
dran, hüzün veren.
idam:
öldürme, yok etme.
iftirak:
ayrlk.