risaleciğinin
(1)
$G o
?ƒ o
°Sn
Q l
ós
ª n
ë o
e
şahadetine dair parçanın
bir nevi tercümesi, İkinci ve üçüncü İşarette yazılacak.
BİrİNCİ İŞarET
: Bu kâinat sahibinin tezahür-i
rububiyetine ve sermedî ulûhiyetine ve nihayetsiz
ihsanatına küllî bir ubudiyet ve tanıttırmakla mukabele
eden Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, bu kâinatta
güneşin lüzumu gibi elzemdir ki, nev-i beşerin üstad-ı
ekberi ve büyük peygamberi
(
AsM
)
ve Fahr-i Âlem ve
(2)
n
?n
Ór
an
’r
G o
âr
?n
?n
N n
Én
Ÿ n
?n
’r
ƒn
d n
?n
’r
ƒn
d
hitabına mazhar ve haki-
kat-i Muhammediyeyi
(
AsM
)
, hem sebeb-i hilkat-i âlem,
hem neticesi ve en mükemmel meyvesi olduğu gibi; bu
kâinatın hakikî kemalâtı ve sermedî Cemîl-i zülcelâl’in
bâkî âyineleri ve sıfatlarının cilveleri ve hikmetli ef’alinin
vazifedar eserleri ve çok manidar mektupları olması ve
bâkî bir âlemi taşıması ve bütün zîşuurların müştak ol-
dukları bir dâr-ı saadet ve ahireti netice vermesi gibi ha-
kikatleri, hakikat-i Muhammediye
(
AsM
)
ve risalet-i
Ahmediye
(
AsM
)
ile tahakkuk ettiğinden, nasıl bu kâinat
onun risaletine gayet kuvvetli ve kat’î şahadet eder; öyle
de, başta âlem-i İslâm, bütün beşer ve bütün zîşuur, ce-
hennemden daha acı ve korkunç olan ademden, hiçlik-
ten, idam-ı ebedîden, fena-i mutlaktan kurtulmak için,
daimî aşk ve şevkle her zamanda ve cami mahiyetinin
bütün kuvvetleriyle, bütün istidadat lisanlarıyla, bütün du-
alar ve ibadetler ve ricalarının dilleriyle istedikleri hayat-ı
bâkiyeyi kuvvetli, kat’î beşaret veren risalet-i Ahmediye
(
AsM
)
ve hakikat-i Muhammediyeye
(
AsM
)
şahadet edip
adem:
yokluk.
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
âlem:
dünya.
âlem-i İslâm:
İslâm âlemi, İslâm
dünyası.
âyine:
ayna.
bâkî:
ebedî, daimî, sürekli ve kalı-
cı olan.
beşaret:
müjde.
beşer:
insanlık.
cami:
toplayan, içine alan, kapsa-
yan.
Cemîl-i Zülcelâl:
büyüklük, izzet
ve azamet sahibi olan ve sonsuz
güzellik sahibi Allah.
cilve:
tecelli, görüntü.
daimî:
sürekli, devamlı.
dair:
alâkalı, ilgili.
dâr-ı saadet:
saadet, mutluluk ye-
ri, Cennet.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ef’al:
fiiller, ameller.
elzem:
daha (en, pek) lâzım, lü-
zumlu, gerekli.
Fahr-i Âlem:
âlemin övüncü, âle-
min kendisiyle övündüğü Peygam-
berimiz (asm).
fenâ-i mutlak:
sonsuz yok oluş,
mutlak yok oluş.
gayet:
son derece.
hakikat-i Muhammediye:
Hz Pey-
gamberin manevî şahsiyeti, İslâ-
miyetin aslı ve esası.
hayat-ı bakıye:
bâkî olan, sonsuz
hayat, ahiret hayatı.
idam-ı ebedî:
dirilmemek üzere
yok oluş, ahiret inancı olmadığı
için ölümü ebedî yokluğa gitmek
olarak görme.
ihsanat:
ihsanlar, bağışlar, nimet-
ler.
istidadat:
istidatlar, kabiliyetler,
yetenekler.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
kemalât:
faziletler, kemaller, ol-
gunluklar, mükemmellikler.
küllî:
umumî, genel, bütün olan.
lisan:
dil.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası, ta-
biatı, niteliği.
manidar:
nükteli, ince manalı.
mazhar:
bir şeyin çıktığı görün-
düğü yer; nail olma, şereflenme.
mukabele:
karşılık verme, karşı-
lama.
müştak:
arzulu, fazla istekli, işti-
yak gösteren.
nev-i beşer:
insanoğlu, insanlar.
nevi:
çeşit, tür.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
peygamber:
Allah tarafından ha-
ber getirerek İlâhî emir ve yasak-
ları insanlara tebliğ eden elçi, ne-
bî.
risalet:
elçilik, resullük, peygam-
ber olarak gönderilme.
risalet-i ahmediye:
Peygam-
ber Efendimizin (asm) peygam-
berliği.
sebeb-i hilkat-i âlem:
âlemin
yaratılış sebebi.
sermedî:
ebedî, daimî, sürek-
li.
sıfat:
vasıf, nitelik.
şahadet:
şahit olma, şahitlik,
tanıklık.
şevk:
şiddetli arzu, aşırı istek
ve heves.
tahakkuk:
gerçekleşme, delil
ile ispat edilme, kesinleşme.
tezahür-i rububiyet:
Cenab-ı
Hakkın terbiye, tedbir ve ida-
re ediciliğinin ortaya çıkması,
görünmesi.
ubudiyet:
kulluk.
ulûhiyet:
ilâhlık, Allah’ın hâ-
kimiyeti ile kâinattaki her şe-
yi kendisine ibadet ve itaat
ettirmesi.
Üstad-ı Ekber:
en büyük mu-
allim, en büyük üstat; Hz. Pey-
gamber (asm).
vazifedar:
vazifeli, vazifesi olan,
iş gören.
zîşuur:
şuurlu, şuur sahibi.
1.
Muhammed Allah’ın Resulüdür. (Fetih Suresi: 29.)
2.
Sen olmasaydın [yâ Muhammed], sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım. (Hadis-i kudsî:
Keşfü’l-Hafa, 2:164; hadis no: 2123.)
o
n
B
eŞinci
Ş
ua
| 978 | Şualar