evet, nasıl bir yerden bir yere giden yolların ve bir nok-
tadan uzak bir noktaya çekilen hatların en kısası ise, en
doğrusudur ve müstakimidir; aynen öyle de, maneviyat-
ta ve manevî yollarda ve kalbî mesleklerde en doğrusu,
en müstakimi ise, en kısa ve en kolayıdır. Meselâ, risa-
le-i nur’da bütün muvazeneleri ve küfür ve iman yolları-
nın mukayeseleri kat’î gösteriyorlar ki, iman ve tevhid yo-
lu gayet kısa ve doğru ve müstakim ve kolaydır; ve küfür
ve inkâr yolları gayet uzun ve müşkülâtlı ve tehlikelidir.
demek, bu istikametli ve hikmetli ve her şeyde en kı-
sa ve kolay yolda sevk edilen bu kâinatta, elbette şirk ve
küfrün hakikatleri olamaz ve iman ve tevhidin hakikatle-
ri bu kâinata güneş gibi lâzım ve vaciptir.
Hem ahlâk-ı insaniyede en rahat, en faydalı, en kısa,
en selâmetli yol ise, sırat-ı müstakimde, istikamettedir.
Meselâ, kuvve-i akliye, hadd-i vasat olan hikmeti ve ko-
lay, faydalı istikameti kaybetse, ifrat veya tefritle muzır bir
cerbezeye ve belâlı bir belâhate düşer, uzun yollarında
tehlikeleri çeker.
Ve kuvve-i gadabiye, hadd-i istikamet olan şecaati ta-
kip etmezse, ifratla çok zararlı ve zulümlü tehevvüre ve
tecebbüre ve tefritle çok zilletli ve elemli cebânet ve kor-
kaklığa düşer; istikameti kaybetmesinin, hatasının cezası
olarak daimî, vicdanî bir azabı çeker.
Ve insandaki kuvve-i şeheviye, selâmetli istikameti ve
iffeti zayi etse, ifratla musibetli, rezaletli fücura, fuhşa ve
Şualar | 971 |
o
n
B
eŞinci
Ş
ua
kuvve-i akliye:
akıl duygusu, akıl
hasleti.
kuvve-i gadabiye:
hiddet, öfke
duygusu.
kuvve-i şeheviye:
cinsî istek duy-
gusu, dünya zevklerine istek duy-
gusu; yeme, içme, konuşma, uyu-
ma istek ve hissi gibi kabiliyetler.
küfür:
Allah’ın varlığına, birliğine
inanmama, müşriklik, imansızlık.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
maneviyat:
mana âlemine ait
olanlar, hisse ve inanca ait şeyler.
meselâ:
örneğin.
meslek:
gidiş, tutulan yol, sistem.
mukayese:
karşılaştırma.
musibet:
felâket, belâ.
muvazene:
denge.
muzır:
zararlı, zarar veren.
müstakim:
doğru.
müşkülât:
müşküller, güçlükler,
zorluklar, çetinlikler.
rezalet:
toplumun duygularını in-
citecek, değer yargılarına ters dü-
şen olay veya durum, kepazelik.
selâmet:
salimlik, eminlik, kurtu-
luş, korku ve endişeden uzak ol-
ma.
sevk:
yöneltme, gönderme.
sırat-ı müstakim:
hak yol, Allah’ın
gösterdiği hidayet yolu.
şecaat:
yiğitlik, yüreklilik, cesur-
luk, korkusuzluk, kahramanlık, ha-
maset.
şirk:
Allah’a ortak koşma, Allah’tan
başka yaratıcının bulunduğuna
inanma.
tecebbür:
zorlama, zorbalık gös-
terme.
tefrit:
ortalamanın altında kalma,
tersine aşırılık, ifratın zıddı.
tehevvür:
öfkelenme, köpürme,
kızma, aşırı hiddet.
tevhid:
Allah’ın bir olduğuna inan-
ma, birleme.
vacip:
zorunlu.
vicdanî:
vicdanla, kalbî his ile ilgi-
li, vicdana ait.
zayi:
elden çıkmış, zarar, ziyan.
zillet:
hor ve hakir görülme, alçal-
ma.
zulüm:
haksızlık.
ahlâk-ı insaniye:
insan ahlâ-
kı.
azap:
günahlara karşı çekile-
cek ceza, eziyet, işkence.
belâ:
musibet, sıkıntı.
belâhat:
ahmaklık, kalın ka-
falılık, düşüncesizlik.
cebânet:
korkaklık, ürkeklik,
ödleklik, yüreksizlik.
cerbeze:
haksız yere aldatıcı
sözlerle karşı tarafı iknaa ça-
lışmak, demagoji.
daimî:
sürekli, devamlı.
elem:
dert, üzüntü, maddî-
manevî ıztırap.
fuhuş:
kötülük, namusa aykı-
rı hareket, zina, gayr-ı meşru
cinsî münasebet.
fücur:
işret, sefihlik, günah-
kârlık, ahlâka aykırı durum,
cinsî sapıklık.
gayet:
son derece.
hadd-i istikamet:
istikamet
sınırı.
hadd-i vasat:
orta derece.
hakikat:
gerçek, esas.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bil-
gi, fayda.
iffet:
temizlik, ahlâkî temizlik.
ifrat:
aşırılık, pek ileri gitme,
haddini aşma.
iman:
inanç, itikat.
inkâr:
Allah’ın varlığına, birli-
ğine inanmama, kabul ve tas-
dik etmeme.
istikamet:
doğruluk; inanç, dü-
şünce, niyet, tutum ve davra-
nışta Allah’ın rızasına uygun
olarak doğru yol üzere olma.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlem-
ler.
kalbî:
kalple ilgili, kalbe ait.
kat’î:
kesin, şüpheye ve te-
reddüde mahal bırakmayan.