dünyanın büyük devletleri ve eski dinlerin etbaları ona
muarız ve düşman oldukları hâlde, zerre kadar korkma-
yarak, çekinmeyerek umumuna meydan okuması ve ba-
şa da çıkarması emsalsiz bir hâlettir.
İşte, onun sıdkına ve nübüvvetine bu harika, emsalsiz
sekiz hâletin mecmuu gayet kuvvetli bir şahadettir. Ve bu
hâletler, o zatın
(
AsM
)
nihayet derecede ciddiyetine ve it-
minanına ve kemal-i sıdkına ve hakkaniyetine kat’î kana-
ati var olduğunu gösteriyor.
Âlem-i İslâm, her günde, her teşehhütte milyonlar li-
sanla
(1)
o
¬o
JÉn
c n
ôn
Hn
h $G o
án
ªr
Mn
Qn
h t
»p
Ñ s
ædG Én
¡ t
`jn
G n
? r
«n
?n
Y o
?n
Ó° s
ùdn
G
der. Ve
onun memuriyetine teslimiyetini ve getirdiği saadet-i ebe-
diye beşaretini tasdik ettiğini ve beşeriyetin derin bir aşk-
la ve fıtrî ve istidadî pek kuvvetli bir iştiyakla aradığı ha-
yat-ı bâkiyeye sağlam bir yol açtığına karşı âlem-i İslâm,
minnettarâne, müteşekkirâne
(2)
t
»p
Ñ s
ædG Én
¡ t
`jn
G n
? r
«n
?n
Y o
?n
Ó° s
ùdn
G
ile
bir manevî ziyaret ve görüşmek ve üç yüz elli milyon, bel-
ki milyarlar namına onu tebrik eder.
Y
İrMİ küllî ŞAHAdetlerden Ve Çok ŞAHAdetlerİ
İHtİVA eden
İkinci Şahadet:
@ /
¬p
?j/
ó°r
ün
J '
¤n
Y p
¿Én
Á/
’r
G p
¿Én
cr
Qn
’r
G p
?p
FBÉ n
?n
M p
™«/
ªn
L p
In
OÉn
¡n
°ûp
Hn
h
Yani: “
İmanın altı rükünlerinin hakikatleri ve ta-
hakkuklar ve hakkaniyetleri, Muhammed’in
(
ASM
)
risaleti-
ne ve hakkaniyetine kat’î şahadet eder
.” Çünkü, onun
Şualar | 981 |
o
n
B
eŞinci
Ş
ua
kemal-i sıdk:
tam doğruluk.
küllî:
umumî, genel, bütün olan.
lisan:
dil.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
mecmu:
toplam, tüm.
memuriyet:
memurluk, memur
olma hâli.
minnettarâne:
minnet duyarak,
yapılan bir iyiliğe karşı teşekkür
hissi taşıyarak.
muarız:
muhalefet eden, karşı çı-
kan, muhalif.
müteşekkirâne:
müteşekkir ola-
rak, teşekkür edercesine.
nam:
ad.
nihayet:
son derece.
nübüvvet:
nebîlik, peygamberlik,
Allah’ın elçiliği, peygamberlik hâl
ve şanı.
risalet:
elçilik, resullük, peygam-
ber olarak gönderilme.
rükün:
bir şeyi meydana getiren
unsurlardan her biri, esas.
saadet-i ebediye:
sonu olmayan,
sonsuz mutluluk.
sıdk:
doğruluk.
şahadet:
şahit olma, şahitlik, ta-
nıklık.
tahakkuk:
gerçekleşme, meyda-
na gelme, olma.
tasdik:
bir şeyin veya kimsenin
doğruluğuna kesin olarak hük-
metme.
teslimiyet:
teslim olma, teslim
oluş, boyun eğiş.
teşehhüt:
namazda her oturuşta
tahiyyat duasını okuma ve bu du-
ayı okuyacak kadar oturma.
umum:
bütün, hepsi.
zat:
kişi, şahıs.
zerre:
en küçük parça, molekül,
atom.
âlem-i İslâm:
İslâm âlemi, İs-
lâm dünyası.
aşk:
şiddetli sevgi, sevda, gö-
nül verme.
beşaret:
müjde.
beşeriyet:
beşerîlik, insanlık.
ciddiyet:
ciddîlik.
emsalsiz:
benzersiz.
etba:
birinin sözüne, işine,
mesleğine uyanlar.
fıtrî:
tabiî, yaratılıştaki, doğuş-
tan olan.
gayet:
son derece.
hakikat:
gerçek, esas.
hakkaniyet:
hak ve adalete
uygunluk, hak ve doğruluk-
tan ayrılmama.
hâlet:
hâl, durum.
harika:
olağanüstü.
hayat-ı bâkiye:
bâkî olan, son-
suz hayat, ahiret hayatı.
ihtiva:
içine alma, kapsama.
iman:
inanç, itikat.
istidadî:
kabiliyete, yeteneğe
göre.
iştiyak:
aşırı isteme, çok fazla
arzu etme.
itminan:
inanma, güvenme,
gönül rahatlığı içinde tered-
dütsüz kabul etme.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
kat’î:
kesin, şüpheye ve te-
reddüde mahal bırakmayan.
1.
Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun ey Peygamber!
2.
Allah’ın selâmı üzerine olsun ey Peygamber!