Én
ªs
«°p
Sn
’ p
ás
«p
fÉn
°ùr
fp
’r
G p
án
dÉn
°Su
ôdG n
¤n
Y Én
¡p
?p
FBÉn
?n
M p
ºn
µ
p
M p
?t
?n
ën
Jn
h Én
¡p
dÉn
ªn
cn
h
Én
gn
’r
ƒn
dn
h Én
¡n
d t
ºn
Jn
’r
G o
QGn
ón
Ÿr
Gn
h o
In
ôp
¡r
¶o
Ÿr
G n
»p
g r
Pp
G p
ás
jp
ós
ªn
ëo
Ÿr
G p
án
dÉn
°Su
ôdGn
¤n
Y
p
ÊÉn
©n
Ÿr
Gho
P o
Ò/
Ñn
µ
r
dG o
ÜÉn
à`p
µ
r
dGn
h o
án
?s
ªn
µ
o
Ÿr
G o
äÉn
æp
FBÉn
µr
dG p
?p
ò'
g r
än
QÉn
°ün
d
n
ƒo
gn
h p
än
Ón
ªn
µ
r
dG n
án
£p
bÉn
°ùn
ào
e /
ÊÉn
©n
Ÿr
G n
In
ôp
jÉn
£n
ào
e Gk
Qƒo
ãr
æn
e k
ABÉn
Ñn
g p
ás
jp
ón
er
ös
ùdG
(1)
@ m
äÉn
¡ p
Ln
h m
?ƒo
Lo
h r
ø p
e l
?Én
ëo
e
Ayetü’l-Kübra
, bu Arabî fıkranın mealine dair demiş:
Bu kâinat, nasıl ki kendini icat ve idare ve tertip eden ve
tasvir ve takdir ve tedbir ile bir saray, bir kitap gibi, bir
sergi, bir temaşagâh gibi tasarruf eden sâniine ve kâti-
bine ve nakkaşına delâlet eder; öyle de, kâinatın hilka-
tindeki makasıd-ı İlâhiyeyi bilecek, bildirecek ve tahavvü-
lâtındaki rabbanî hikmetlerini talim edecek ve vazifeda-
râne harekâtındaki neticeleri ders verecek ve mahiyetin-
deki kıymetini ve içindeki mevcudatın kemalâtını ilân
edecek ve “nereden geliyorlar? Ve nereye gidecekler?
Ve ne için buraya geliyorlar ve çok durmuyorlar, gidiyor-
lar?” diye dehşetli suallere cevap verecek ve o kitab-ı ke-
birin manalarını ve âyât-ı tekviniyesinin hikmetlerini
tefsir edecek bir yüksek dellâl, bir doğru keşşaf, bir mu-
hakkik üstat, bir sadık muallim istediği ve iktiza ettiği ve
her hâlde bulunmasına delâlet ettiği cihetle, elbette bu
vazifeleri herkesten ziyade yapan Muhammed Aleyhissa-
lâtü Vesselâmın hakkaniyetine ve bu kâinat Hâlıkı’nın
en yüksek ve sadık bir memuru olduğuna kuvvetli ve kül-
lî şahadet edip
(2)
$G o
?ƒo
°Sn
Q Gk
ós
ªn
ëo
e s
¿n
G o
ón
¡r
°Tn
G
der.
Şualar | 991 |
o
n
B
eŞinci
Ş
ua
dair:
alâkalı, ilgili.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
delâlet:
delil olma, gösterme.
dellâl:
ilân eden, bir haberi du-
yurmak için yüksek sesle bağıra-
rak dolaşan kimse.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
hakkaniyet:
hak ve adalete uy-
gunluk, hak ve doğruluktan ayrıl-
mama.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden, yaratıcı; Allah.
harekât:
hareketler, davranışlar;
tutumlar.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bilgi,
fayda.
hilkat:
yaratılma, yaratılış.
icat:
vücuda getirme, yoktan var
etme.
idare:
çekip çevirme.
iktiza:
lâzım gelme, gerekme.
ilân:
yayma, duyurma, bildirme.
kâtip:
yazan, yazıcı.
kemalât:
faziletler, kemaller, ol-
gunluklar, mükemmellikler.
keşşaf:
keşfeden, gizli bir şeyi
meydana çıkaran.
kıymet:
değer.
kitab-ı kebir:
büyük kitap.
küllî:
umumî, genel, bütün olan.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası, ta-
biatı, niteliği.
makasıd-ı İlâhiye:
Allah’ın mak-
satları, yaratıcının gayeleri.
mevcudat:
mevcutlar, var olan
her şey, mahlûklar.
muallim:
ders veren, öğretmen.
muhakkik:
tahkik eden, gerçeği
araştırıp bulan, bir şeyin iç yüzü-
nü inceleyerek vakıf olan.
Nakkaş:
her şeyi nakışlı yaratan
Allah.
rabbanî:
terbiye ve idare eden
Cenab-ı Hakka ait.
sadık:
doğru, gerçek; sözünde, va-
adinde, işinde doğru olan.
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak yara-
tan Allah.
sual:
soru.
şahadet:
şahit olma, şahitlik, ta-
nıklık.
tahavvülât:
tahavvüller, değişme-
ler.
takdir:
kıymet verme, beğenme.
talim:
eğitim, öğretme.
tasarruf:
bir şeyin sahibi olup ida-
re etme, mülkünü istediği gibi kul-
lanma.
tasvir:
bir şeyi yazıyla veya baş-
ka ifade tarzlarıyla anlatma.
tedbir:
idare etme.
tefsir:
açıklama, izah.
temaşagâh:
temaşa yeri, seyir ve
gezinti yeri.
üstat:
öğretici, öğretmen.
vazife:
görev.
vazifedarâne:
vazifeli olarak.
ziyade:
çok, fazla.
arabî:
Arabcaya ait, Arap dili
ile ilgili.
âyât-ı tekviniye:
kâinatta ya-
ratılan varlıkların Cenab-ı Hak-
kın varlık ve birliğine olan işa-
retleri, delil oluşları.
ayetü’l-Kübra:
Risale-i Nur’da
7. Şua adlı eser.
cihet:
yön, sebep, vesile.
1.
Kâinat, gayeleri ve onda tezahür eden makasıd-ı İlâhiye ile Muhammed’in (
ASM
) cami risa-
letine şahadet eder. Çünkü, kâinatın yaratılış gayelerinin ve ondaki makasıd-ı İlâhiyenin,
mevcudatın vazifelerinin ve kıymetinin anlaşılması, hüsün ve kemalinin tebarüz etmesi,
hakikatlerindeki hikmetlerin tahakkuk etmesi, insanlar içinde peygamberlerin gönderil-
mesine, bilhassa da risalet-i Muhammediyeye (
ASM
) bağlıdır. Zira, bütün makasıd-ı İlâhiye-
yi en açık olarak gösteren ve bu gayelerin en etem medarı risalet-i Muhammediyedir. Şa-
yet o olmasaydı, sermedî manalar taşıyan büyük bir kitap hükmündeki bu mükemmel kâ-
inat, hebaen mensur gider, manasız kalır ve kemalâtı sukut ederdi. Bu ise pek çok vücuh
ve cihetlerle muhaldir.
2.
Şahadet ederim ki, Muhammed (
ASM
) Allah’ın resulüdür.