küllî ve kat’î hüccetlerle risalet-i Muhammediyeye
(
AsM
)
kudsî şahadet ettiği hâlde, acaba hiç mümkün müdür ki,
sinek kanadının ve bir çiçeğin tanziminden lâkayt kalma-
yan Bu kâinat sahibi’nin bu derece küllî ve geniş şaha-
detlerine mazhar olan risalet-i Muhammediye
(
AsM
)
, kâ-
inatın manevî bir güneşi olmasın?
İşte bu on beş küllî şahadetler, her biri pek çok
şahadetleri, hatta üçüncü Şahadet mu’cizat lisanıyla bin
şahadeti ihtiva edip, öyle bir kat’iyetle ve kuvvetle
(2)
$G o
?ƒo
°Sn
Q Gk
ós
ªn
?o
s
¿n
G o
ón
¡r
°Tn
G
olan davayı ispat ve tahakkuku-
nu ve kıymetini ve ehemmiyetini ilân etmiş ki, her gün
beş defa âlem-i İslâm, yüzer milyon lisanlarla teşehhütte
o davayı kâinata ilân ettiği gibi; o davanın esası olan ha-
kikat-i Muhammediye
(
AsM
)
, kâinatın çekirdek-i aslîsi, bir
sebeb-i hilkati ve en mükemmel meyvesi olduğunu mil-
yarlar ehl-i iman tereddütsüz tasdik ederek kabul etmiş-
ler. Ve Bu kâinatın sahibi (celle celâlühü) o şahsiyet-i
maneviye-i Muhammediyeyi
(
AsM
)
saltanat-ı rububiyetine
bir yüksek dellâlı ve kâinat tılsımının ve hilkat muam-
masının bir doğru keşşafı ve lütuf ve rahmetinin bir par-
lak misali ve şefkat ve muhabbetinin bir beliğ lisanı ve
âlem-i bâkîdeki hayat-ı daime ve saadet-i ebediyenin en
kuvvetli müjdecisi ve elçilerinin en son ve en büyük bir
resulü eylemiş.
Şualar | 995 |
o
n
B
eŞinci
Ş
ua
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
kat’iyet:
kat’îlik, kesinlik.
keşşaf:
keşfeden, gizli bir şeyi
meydana çıkaran.
kıymet:
değer.
kudsî:
mukaddes, yüce.
küllî:
umumî, genel, bütün olan.
lâkayt:
kayıtsız, ilgisiz.
lisan:
dil.
lütuf:
güzellik, hoşluk, iyilik, ih-
san.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
mazhar:
bir şeyin çıktığı görün-
düğü yer; nail olma, şereflenme.
misal:
benzer, örnek.
muamma:
anlaşılmaz, çözülmesi
güç iş, anlamı gizli ve güç anlaşılır
söz.
mu’cizat:
mu’cizeler, Allah tara-
fından verilip, yalnız peygamber-
lerin gösterebilecekleri büyük ha-
rika işler.
muhabbet:
sevgi, sevme.
rahmet:
şefkat, merhamet, bağış-
lama ve esirgeyicilik.
risalet-i Muhammediye:
kâinatın
nuru ve şuuru olan Hz. Muham-
med’in (asm) peygamberliği.
saadet-i ebediye:
sonu olmayan,
sonsuz mutluluk.
saltanat-ı rububiyet:
kâinatı ter-
biye ve idare edici olan Allah’ın
saltanatı.
sebeb-i hilkat:
yaratılış sebebi,
yaratılış nedeni.
şahadet:
şahit olma, şahitlik; açık
alâmet, işaret.
şahsiyet-i maneviye-i Muham-
mediye:
Hz. Muhammed’in (asm)
manevî varlığı, şahsiyeti.
şefkat:
karşılıksız sevgi besleme,
içten ve karşılıksız merhamet.
tahakkuk:
gerçekleşme, olma; de-
lil ile ispat edilme, kesinleşme.
tanzim:
düzenleme, sıralama, ter-
tipleme.
tasdik:
bir şeyin veya kimsenin
doğruluğuna kesin olarak hük-
metme.
tereddüt:
kararsızlık, şüphede kal-
ma.
teşehhüt:
namazda her oturuşta
tahiyyat duasını okuma ve bu du-
ayı okuyacak kadar oturma.
tılsım:
herkesin bilip çözemediği
gizli sır.
âlem-i bâkî:
sonsuz olan ahi-
ret âlemi.
âlem-i İslâm:
İslâm âlemi, İs-
lâm dünyası.
beliğ:
belâgatle, düzgün ve sa-
natlı olarak meramını anlatan.
celle celâlühü:
onun şanı yü-
cedir.
çekirdek-i aslî:
asıl çekirdek,
öz; kâinatın özü, aslî çekirde-
ği.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
dellâl:
ilân edici; hakka davet
eden.
ehemmiyet:
önem, değer, kıy-
met.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri.
hakikat-i Muhammediye:
Hz
Peygamberin manevî şahsiye-
ti, İslâmiyetin aslı ve esası.
hayat-ı daime:
devamlı ve so-
nu olmayan hayat.
hilkat:
yaratılma, yaratılış.
hüccet:
delil.
ihtiva:
içine alma, kapsama.
ilân:
yayma, duyurma, bildir-
me.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlem-
ler.
1.
Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun ey Peygamber!
2.
Şahadet ederim ki, Muhammed (
ASM
) Allah’ın Resulüdür.
(1)
o
¬o
JÉn
c
n
ôn
Hn
h $G o
án
ªr
Mn
Qn
h t
»p
Ñs
ædG Én
¡ t
`jn
G n
? r
«n
?n
Y o
?n
Ó° s
ùdn
G
dediğimde, ona hem biat,
hem memuriyetine teslim ve itaat, hem vazifesini tebrik, hem bir nevi
teşekkür ve saadet-i ebediye müjdesine bir mukabeledir ki, Müslüman-
lar her gün beş defa bu selâmı yaparlar.