vermekle, beşerin beşten birisini ona ümmet etmesi,
gayet kat’î bir tarzda sadıkıyetine ve risaletine şahadet et-
tiği gibi; ef’al-i rububiyet cihetinde dahi görüyoruz ki, Bu
Âlemin Mutasarrıfı ve Müdebbiri, Muhammed’in
(
AsM
)
ri-
saletini bu kâinata bir manevî güneş yapıp, nur risalele-
rinde ispat edildiği gibi, onun ile bütün karanlıkları izale
ve nuranî hakikatlerini gösterip ve bütün zîşuuru, belki
kâinatı hayat-ı bâkiye müjdesiyle sevindirdiği gibi; dinini
dahi bütün makbul ehl-i ibadetin fihriste-i kemalâtı ve
harekât-ı ubudiyete sağlam bir program yapması gibi;
Muhammed’in
(
AsM
)
şahsiyet-i maneviyesi olan hakika-
tini, kur’ân’ın ve
Cevşen
’in delâletiyle tecelliyat-ı
ulûhiyetine bir âyine-i camia yapması, ve sabıkan işaret
ettiğimiz hakikatlerin ve on dört asırda her gün ümmeti-
nin bütün hasenatlarının bir mislini kazanmasının ve ha-
yat-ı içtimaiye ve maneviye ve beşeriyedeki âsârının de-
lâletiyle, nev-i beşere en yüksek reis ve mukteda ve üstat
yapması; ve onu büyük ve kudsî vazifelerle beşerin imda-
dına gönderip rahmet, hikmet, adalet, gıda, hava, mâ, zi-
ya derecesinde insanları onun dinine, şeriatına, İslâ-
miyet’teki hakikatlerine muhtaç
(HaşİYe)
yapması ile on iki
HaşİYe:
Ben, bu ihtiyarlığım ve perişaniyetim içinde, zat-ı Muhamme-
diyenin (
AsM
) getirdiği erzak-ı maneviyenin milyondan birisini hisset-
tim. elimden gelseydi, milyonlar lisanla salâvatlarla ona teşekkür ede-
cektim. Şöyle ki:
Ben firaktan, zevalden çok inciniyorum. Hâlbuki, sevdiğim dünya ve
dünevîler, müfarakatla beni bırakıp gidiyorlar. Ben de gideceğimi bili-
yorum. Bu pek elîm ve canhıraş me'yusiyete karşı, birden saadet-i ebe-
diye ve hayat-ı bâkiye müjdesini zat-ı Ahmediyeden (asm) işitmekle kur-
tuluyorum ve tam teselli buluyorum. Hatta, teşehhütte
Ë
adalet:
her hak sahibine hakkının
tam ve eksiksiz verilmesi, düzenli
ve dengeli oluş.
âlem:
dünya.
asar:
eserler.
asr:
yüzyıl.
âyine-i camia:
kapsayıcı ayna; kâ-
inatta ve mahlûkatta tecellileri gö-
rünen Cenab-ı Hakkın bütün isim-
lerini kendisinde gösterebilen var-
lık; insan.
beşer:
insanlık.
Cevşen:
dua mecmuası.
cihet:
yön.
delâlet:
delil olma, gösterme.
ef’al-i rububiyet:
rububiyet fiille-
ri, Allah’ın Rab isminin tecellisine
ait fiiller.
ehl-i ibadet:
ibadet ehli, Allah’a
kulluğu tam olarak yapanlar.
fihriste-i kemalât:
kemaller, ol-
gunluklar ve mükemmelliklerin
fihristesi, listesi.
gayet:
son derece.
hakikat:
gerçek, esas.
harekât-ı ubudiyet:
kulluk dav-
ranışları.
hasenat:
güzellikler, iyilikler.
haşiye:
dipnot.
hayat-ı bakıye:
bakî olan, sonsuz
hayat, ahiret hayatı.
hayat-ı beşeriye:
insanın hayatı.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal hayat,
toplum hayatı.
hayat-ı manevîye:
manevî hayat,
iman ile geçmiş zaman ve gele-
cek zaman ve ahiret âlemlerine
kadar uzanan manevî hayat.
hikmet:
İlâhî gaye, gizli sebep,
fayda.
imdat:
yardım.
ispat:
doğruyu delillerle göster-
me.
izale:
giderme, ortadan kaldırma.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
kudsî:
mukaddes, yüce.
makbul:
kabul edilmiş, geçer-
li, reddedilmeyen.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
misil:
benzer; eş.
Mutasarrıf:
tasarruf eden, ta-
sarruf sahibi olan, her şeyin
sahibi olan Allah.
Müdebbir:
tedbir alan, her işi
önceden düşünüp ona göre
ayarlayan, plânla idare eden.
nev-i beşer:
insanoğlu, insan-
lar.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak,
münevver.
rahmet:
şefkat, merhamet,
bağışlama ve esirgeyicilik.
reis:
başkan.
risalet:
elçilik, resullük, pey-
gamber olarak gönderilme.
sabıkan:
evvelce, bundan ön-
ce.
sadıkıyet:
sadıklık, doğruluk,
sadâkat.
şahadet:
şahit olma, şahitlik,
tanıklık.
şahsiyet-i maneviye:
mane-
vî şahsiyet, manevî kişilik.
şeriat:
Allah tarafından pey-
gamber vasıtasıyla bildirilen,
İlâhî emir ve yasaklara daya-
nan hükümlerin hepsi.
tarz:
biçim, şekil, suret.
tecelliyat-ı ulûhiyet:
Cenab-ı
Hakkın ilâhlığının ve her şeyi
kendisine ibadet ve itaat et-
tirmesinin tecellileri, görüntü-
leri.
ümmet:
Müslümanların tama-
mı; bütün Müslümanlar.
üstat:
öğretici, öğretmen.
vazife:
görev.
zîşuur:
şuurlu, şuur sahibi.
ziya:
ışık, aydınlık, nur, par-
laklık.
o
n
B
eŞinci
Ş
ua
| 994 | Şualar