Şualar - page 982

risalet hayatının şahsiyet-i maneviyesi ve bütün davaları-
nın esası ve mahiyet-i nübüvveti, o altı rükündür. öyle
ise, o rükünlerin tahakkuklarına delâlet eden bütün delil-
ler, Muhammed’in
(
AsM
)
risaletinin hak olduğuna ve onun
sadıkıyetine dahi delâlet ederler. Hem ahiretin tahakku-
kuna sair rükünlerinin delâletini
Meyve Risalesi
ve onun-
cu sözün zeyilleri beyan ettikleri gibi; öyle de, her bir rü-
kün, hüccetleriyle beraber onun risaletine bir hüccettir.
B
İnler ŞAHAdetlerİ İHtİVA eden
Üçüncü Küllî Şahadet:
/
¬p
JGn
õp
ér
©o
e p
±n
’'
Ép
H o
?n
Ó°s
ùdGn
h o
In
Ó°s
üdG p
¬r
«n
?n
Y /
¬p
JGn
P p
In
OÉn
¡n
°ûp
Hn
h
@ /
¬p
bn
Ór
Nn
G u
ƒo
?o
Yn
h /
¬p
Jn
’Én
ªn
c
n
h
Yani: “
O Zat
(
ASM
)
, güneş gibi kendi kendine delildir.
Binler mu’cizat ve kemalât ve yüksek, güzel ahlâkıyla ri-
saletine ve sadıkıyetine pek kuvvetli şahadet eder
.”
evet,
Mu’cizat-ı Ahmediye
risale-i harikada üç yüzden
ziyade nakl-i sahih ile ispat ettiği gibi, o zatın
(
AsM
)
(1)
o
ôn
ªn
? r
dG s
?°n
ûr
fGn
h
ve
(2)
'
?e n
Q %G s
øp
µ`'
d n
h n
âr
«n
en
Q r
Pp
G n
âr
«n
en
Q Én
en
h
ayet-
lerinin sarahatiyle, avucunun bir parmağıyla kamer iki
parça olması; ve nakl-i sahih ve tevatürle, aynı elin beş
parmağından beş çeşme su akması ve susuz kalan bütün
ordusu o sudan içmesi ve şahit olması ve bu acip harika
iki defa başka yerde de vuku bulması; ve aynı avuçla bir
parça toprağı, hücum eden düşman ordusuna atarak, her
birisinin gözüne bir avuç toprak girmesiyle hücumda
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
beyan etmek:
açıklamak, bildir-
mek, izah etmek.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
delâlet:
delil olma, gösterme.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, bürhan.
hâk:
doğru, gerçek, hakikat.
harika:
olağanüstü.
hüccet:
delil.
hücum:
saldırma.
ihtiva:
içine alma, kapsama.
ispat:
doğruyu delillerle göster-
me.
kamer:
Ay.
kamer:
Kur’ân-ı Kerîm’in 54. su-
resi.
kemalât:
faziletler, kemaller, ol-
gunluklar, mükemmellikler.
küllî:
umumî, genel, bütün olan.
mahiyet-i nübüvvet:
peygamber-
liğin mahiyeti, hakikati, aslı.
mu’cizat:
mu’cizeler, Allah tara-
fından verilip, yalnız peygamber-
lerin gösterebilecekleri büyük ha-
rika işler.
mu’cizat-ı ahmediye:
Peygam-
ber Efendimizin (asm) gösterdiği
mu’cizeler.
nakl-i sahih:
şüphe duyulmayan,
doğru, gerçek haber bildirilmesi.
peygamber:
Allah tarafından ha-
ber getirerek İlâhî emir ve yasak-
ları insanlara tebliğ eden elçi, ne-
bî.
risale-i harika:
harika risale,
harika kitapçık.
risalet:
elçilik, resullük, pey-
gamber olarak gönderilme.
rükün:
bir şeyi meydana ge-
tiren unsurlardan her biri, esas.
sadıkıyet:
sadıklık, doğruluk,
sadâkat.
sarahat:
ifadedeki açıklık, açık
anlatım.
selâm:
barış, rahatlık, selâmet
ve esenlik dileme.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldı-
ğı 114 bölümden her biri.
şahadet:
şahit olma, şahitlik,
tanıklık.
şahsiyet-i maneviye:
mane-
vî şahsiyet, manevî kişilik.
tahakkuk:
gerçekleşme, ol-
ma; delil ile ispat edilme, ke-
sinleşme.
tevatür:
bir hadis-i şerifin, ya-
lan söylemelerini aklın kabul-
lenemeyeceği kadar sayı ve
sağlamlıktaki bir topluluk ta-
rafından aktarılması, rivayet
edilmesi.
vuku:
olma, gerçekleşme,
meydana gelme.
zat:
kişi, şahıs.
zeyil:
ek, bir eserin devamı
olarak yazılan kısım.
ziyade:
çok, fazla.
1.
Ay yarıldı. (Kamer Suresi: 1.)
2.
Attığın zaman sen atmadın. Ancak Allah attı. (Enfal Suresi: 17.)
o
n
B
eŞinci
Ş
ua
| 982 | Şualar
1...,972,973,974,975,976,977,978,979,980,981 983,984,985,986,987,988,989,990,991,992,...1581
Powered by FlippingBook