Şualar - page 975

ve zevalde yuvarlanan zîhayatlar için bir mezbaha, selh-
hane ve gayet çirkin ve karışık görüp, ruhu, vicdanı, dün-
yada bir manevî cehennemde olup, ahirette daimî bir
azap çekmeye kendini müstahak eder.
İşte Fatiha-i Şerife’nin ahirinde
(1)
n
Ú
u
d B É° s
†dG n
’n
h r
ºp
¡ r
«n
?n
Y p
܃o
°†r
¨n
Ÿr
G p
ôr
«n
Z
r
ºp
¡ r
«n
?n
Y n
âr
ªn
©r
fn
G n
øj/
òs
dn
G
ayeti,
bu iki cereyan-ı azîmi ders veriyor. Ve risale-i nur’daki
bütün muvazenelerin menbaı ve esası ve üstadı bu ayet-
tir. Madem yüzer muvazenelerle nurlar, bu ayeti tefsir et-
mişler; biz dahi izahını ona havale ederek, bu kısa işarete
iktifa ederiz.
DoKuZuNCu KElİME:
(2)
n
Ú/
e'
G
’dir. Buna kısacık bir
işaret:
Madem
(3)
o
Ú/
©`n
à° r
ùn
f ...o
ó o
Ñ`r
©n
f
’deki
¿
üç cemaat-i azîmeyi,
bilhassa âlem-i İslâm camiindeki muvahhidîn cemaatini,
hususan o vakit namazda bulunan milyonlar cemaatini bi-
ze gösterip bizi içlerinde bulunduruyor ve dualarına ve
söylediklerimizi aynen söylemeleriyle tasdiklerine bir ne-
vi şefaatlerine hissedar olmamıza yol açıyor. Biz dahi, bu
“Âmin” kelimesiyle, o cemaat-i muvahhidîn ve musallînin
dualarına yardım ve davalarına tasdik ve şefaatlerinin ve
istianelerinin makbuliyetine o
âmin
ile bir rica etmemiz-
le, bizim cüz’î ubudiyet ve dua ve davamızı küllî, geniş bir
ubudiyete çevirip, küllî umumî rububiyete mukabele
ettirir. demek uhuvvet-i imaniye ve vahdet-i İslâmiye
Şualar | 975 |
o
n
B
eŞinci
Ş
ua
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
gayet:
son derece.
havale:
bir şeyi başkasının üstü-
ne bırakma.
hissedar:
hisse sahibi, hissesi olan.
hususan:
bilhassa, özellikle.
iktifa:
yeterli bulma, kâfi görme,
var olanla yetinme.
istiane:
yardım isteme, yardım di-
leme.
izah:
açıklama, ayrıntıları ile an-
latma.
küllî:
umumî, genel, bütün olan.
madem:
...den dolayı, böyle ise.
makbuliyet:
makbullük, beğenil-
mişlik, geçerlilik.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
menba:
kaynak.
mezbaha:
hayvan kesilen yer.
mukabele:
karşılık verme, karşı-
lama.
musallîn:
namaz kılanlar.
muvahhidîn:
muvahhitler, tevhid
edenler, Allah’ın varlığına ve birli-
ğine inananlar.
muvazene:
ölçü, mukayese, den-
ge.
müstahak:
hak eden, hak etmiş.
nevi:
çeşit, tür.
rica:
dileme, isteme.
rububiyet:
Cenab-ı Hakkın her za-
man, her yerde, her mahlûka muh-
taç olduğu şeyleri vermesi, onu
terbiye etmesi ve idaresi altında
bulundurma vasfı.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın te-
meli ve sebebi olan manevî var-
lık.
selhhane:
salhane, mezbaha, ke-
sim yeri.
şefaat:
birinden başkasının ku-
surlarının veya suçunun bağışlan-
masını dileme.
tasdik:
bir şeyin veya kimsenin
doğruluğuna kesin olarak hük-
metme.
tefsir:
Kur’ân’ın mana bakımın-
dan izahı, açıklaması.
ubudiyet:
kulluk.
uhuvvet-i imaniye:
imana ait,
imandan gelen kardeşlik.
umumî:
herkesle ilgili, genel.
üstat:
öğretici, öğretmen.
vahdet-i İslâmiye:
İslâma ait bir-
lik, İslâmî birlik.
vicdan:
insanın içindeki iyiyi kö-
tüden ayırabilen ve iyilik etmek-
ten lezzet duyan ve kötülükten
elem alan manevî bir his.
zeval:
sona erme, yok olma, öl-
me.
zîhayat:
hayat sahibi.
ahir:
son.
ahiret:
dünya hayatından son-
ra başlayıp ebediyen devam
edecek olan ikinci hayat.
âlem-i İslâm:
İslâm âlemi, İs-
lâm dünyası.
âmin:
Yâ Rabbi! Öyle olsun,
kabul eyle!” anlamında du-
anın sonunda söylenir.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
azap:
günahlara karşı kabirde
ve ahirette çekilecek ceza.
bilhassa:
özellikle.
cemaat:
topluluk, aralarında
çeşitli bağlar bulunan insanlar
topluluğu.
cemaat-i azîme:
büyük ve ka-
labalık cemaat, topluluk.
cemaat-i muvahhidîn:
Allah’ın
dinine bağlı, ehl-i tevhid olan
cemaat.
cereyan-ı azîm:
büyük fikir
ve düşünce akımı.
cüz’î:
küçük, az.
daimî:
sürekli, devamlı.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
1.
Kendilerine nimet ve ihsanda bulunduğun peygamberlerinin ve onlara tâbi olan salih kul-
larının yoluna ilet-gazaba uğrayanların ve sapıtmış olanların yoluna değil. (Fatiha Suresi: 7.)
2.
Duamızı kabul buyur.
3.
İbadet ederiz... Yardım dileriz.
1...,965,966,967,968,969,970,971,972,973,974 976,977,978,979,980,981,982,983,984,985,...1581
Powered by FlippingBook