onları kendine hayretle müşahede edip,
nun
kapısıyla gir-
diğim gibi çıktım, “
Elhamdülillâh
” dedim.
(1)
o
Ú`/
©n
à°r
ùn
f n
?És
jp
Gn
h o
óo
Ñ`r
©n
f n
?És
`jp
G
cümlesini, o üç cemaatin ve o
büyük ve küçücük arkadaşlarım hesabına da söylemeye
çalıştım.
Şimdi mukaddime bitti, sadede geliyoruz.
o
Ú`/
©n
à°r
ùn
f n
?És
jp
Gn
h o
óo
Ñ`r
©n
f n
?És
jp
G
’in işaret ettikleri hüccete gayet
kısa bir işarettir:
Evvelâ
: Biz gözümüzle görüyoruz: kâinatta, hususan
zemin yüzünde, dehşetli ve daimî bir faaliyet ve hallâkı-
yetin intizamla cereyanı içinde merhametkârâne, müdeb-
birâne bir rububiyet-i mutlaka, hadsiz zîhayatların istiane-
lerine ve fiilen ve hâlen ve kàlen istimdatlarına ve duala-
rına kemal-i hikmet ve inayetle imdat ve her birine fiilen
cevap vermek tezahürü içinde bir ulûhiyet-i mutlaka, bir
ma’budiyet-i ammenin tecelliyatı, umum mahlûkatın, hu-
susan zîhayatın ve bilhassa insan taifelerinin fıtrî ve
ihtiyârî binler tarzdaki ibadetlerine mukabelesini akl-ı se-
lim ve iman gözü gördüğü gibi, bütün semavî fermanlar
ve enbiyalar haber veriyorlar.
Saniyen
:
(2)
o
ó`o
Ñ`r
©n
f
nun
’unun remziyle mukaddimede
mezkûr üç cemaatten her biri ve umumu, beraber, çeşit
çeşit, fıtrî ve ihtiyârî ibadetlerle meşgul olmaları, şeksiz,
bedahetle bir ma’budiyete karşı şakirâne bir mukabele ve
bir Ma’bud-i Mukaddes’in mevcudiyetine hadsiz ve
şüphesiz bir şahadettir. Ve
(3)
o
Ú`/
©`n
à°r
ùn
f
nun
’unun remziyle,
Şualar | 969 |
o
n
B
eŞinci
Ş
ua
ile seçerek ve hareket ederek.
iman:
inanç, itikat.
imdat:
yardım.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
intizam:
düzenlilik, düzgünlük.
istiane:
yardım isteme, yardım di-
leme.
istimdat:
medet dileme, imdat is-
teme, yardıma çağırma.
kàlen:
sözle, söyleyerek.
kemal-i hikmet:
hikmetin mü-
kemmelliği, tam ve eksiksiz bir
hikmet, mükemmel hikmet ve ga-
ye.
ma’bud-i mukaddes:
temiz, mü-
barek, kudsî ma’bud olan Allah.
ma’budiyet:
ilâh oluş, kendisine
ibadet edilmeye lâyık oluş.
ma’budiyet-i amme:
umuma
mahsus olan ma’budiyet; her şe-
yin Allah’a ibadet etmesi.
mahlûkat:
yaratılmışlar, yaratık-
lar, Allah tarafından yaratılanlar.
merhametkârâne:
acıyarak, mer-
hamet göstererek.
meşgul:
bir işle uğraşan.
mevcudiyet:
mevcut olma, var-
lık.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen, anı-
lan.
mukabele:
karşılık verme, karşı-
lama.
mukaddime:
ön söz, başlangıç.
müdebbirâne:
müdebbir olana
yakışır şekilde, tedbirlice.
müşahede:
bir şeyi gözle görme,
seyretme.
nun:
Arap alfabesinin 25. harfidir.
remiz:
kelime ve cümleye yükle-
nilmiş gizli mana, şifre, sembol.
rububiyet-i mutlaka:
mutlaka ter-
biye edicilik, Cenab-ı Hakkın her
şeyi kuşatan ve emri altında tu-
tan kayıtsız, şartsız terbiye edici-
liği.
sadet:
konuşulan madde, asıl ko-
nu.
salisen:
üçüncü olarak.
saniyen:
ikinci olarak.
semavî:
Allah tarafından olan, İlâ-
hî.
şahadet:
şahit olma, şahitlik, ta-
nıklık.
şakirâne:
şükrederek, şükreder-
cesine.
şek:
şüphe, zan, tereddüt.
taife:
takım, güruh.
tarz:
biçim, şekil, suret.
tecelliyat:
tecelliler, görüntüler.
tezahür:
görünme, belirme, orta-
ya çıkma.
ulûhiyet-i mutlaka:
hiçbir kayda
ve şarta bağlı olmaksızın ilâh ol-
ma, mutlak ilâhlık.
umum:
bütün.
zemin:
yer.
zîhayat:
hayat sahibi.
akl-ı selim:
iyiyi ve kötüyü
fark eden sağlam akıl, sağdu-
yu.
bedahet:
açıklık, aşikâr, ispa-
ta ihtiyaç olmayacak derece-
de açıklık.
cemaat:
bir imama uyup na-
maz kılan Müslümanlar top-
luluğu.
cereyan:
akma, bir tarafa doğ-
ru akış.
daimî:
sürekli, devamlı.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
elhamdülillâh:
Allah’a hamd
olsun, Allah’a şükür.
enbiya:
nebîler, peygamber-
ler.
ferman:
emir, buyruk.
fıtrî:
tabiî, yaratılıştaki, doğuş-
tan olan.
fiilen:
fiille, davranış ve hare-
ketle.
gayet:
son derece.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hâlen:
hareket ve davranış
olarak.
hallâkıyet:
yaratıcılık.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hüccet:
delil.
ihtiyarî:
irade ile, kendi isteği
1.
Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz. (Fatiha Suresi: 5.)
2.
İbadet ederiz.
3.
Yardım dileriz.