ve toprak habbeciklerinden yetiştiriyor. Hatta ağacın ba-
şındaki yuvada kanatsız, zayıf kuşçuklara annelerini
emirber nefer gibi gezdirir, rızıklarını getirttirir. Ve aç bir
aslanı yavrusuna musahhar eder, elde ettiği bir eti yeme-
yip yavrusuna yedirir. Ve sair hayvanatın ve insanın yav-
rularına memeler musluğundan Âb-ı kevser gibi hoş,
mugaddi şâfi, halis, beyaz sütleri kırmızı kan ve mülevves
fışkı içinden bulaşmadan, bulandırmadan imdatlarına
gönderir, validelerinin şefkatlerini yardımcı verir. Ve bir
nevi rızık isteyen umum ağaçlara, münasip rızıklarını on-
lara pek harika bir tarzda koşturduğu gibi, bir nevi mad-
dî ve manevî rızık isteyen insanın duygularına, akıl, kalb,
ruhlarına dahi pek geniş bir sofra-i erzak onlara ihsan
ediliyor. güya kâinat, gül çiçeğinin yaprakları ve mısır
sümbülünün gömlekleri gibi birbiri içinde sarılı, yüz bin-
ler ayrı ayrı, çeşit çeşit sofralardır ki, o sofralar adedince
ve onlardaki taamlar ve nimetler miktarınca diller ile ve
ayrı ayrı, küllî ve cüz’î lisanlar ile bir rahman-ı rezzak’ı,
bir rahîm-i kerîm’i bütün bütün kör olmayana gösterir.
Eğer denilse
: “Bu dünyadaki musibetler, çirkinlikler,
şerler; o ihatalı rahmete münafidir, bulandırıyor.”
Elcevap
: risale-i kader gibi nurun risalelerinde bu
dehşetli suale tam cevap verilmiş. onlara havale ile, kı-
sacık bir işareti şudur:
Her bir unsurun, her bir nev’in, her bir mevcudun, küllî
ve cüz’î müteaddit vazifeleri ve o her bir vazifenin çok
neticeleri ve meyveleri var. Ve ekseriyet-i mutlakası,
Şualar | 963 |
o
n
B
eŞinci
Ş
ua
müteaddit:
çeşitli, bir çok.
nefer:
asker, er.
nevi:
çeşit, tür.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
rab:
besleyen, yetiştiren, verdiği
nimetlerle mahlûkatı ıslah ve ter-
biye eden Allah.
rahîm:
sonsuz merhamet sahibi
olan Allah.
rahîm-i Kerîm:
ikramı bol olan
ve kullarına çok çok merhamet
eden Allah.
rahman:
sonsuz merhamet sahi-
bi ve şefkatle bütün varlıkları rı-
zıklandıran Allah.
rahman-ı rezzak:
bütün mahlû-
katının rızkını veren ve ihtiyaçla-
rını karşılayan merhamet ve şef-
kat sahibi; Allah.
rahmet:
şefkat, merhamet, bağış-
lama ve esirgeyicilik.
rızık:
Allah tarafından her canlı
için ayrılmış ve takdir edilmiş olan
nimet, yiyecek içecek ve giyecek
ile ilgili şeyler.
risale-i Kader:
Kader Risalesi, Ri-
sale-i Nur’da Sözler mecmuası için-
de bulunan 26. söz.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın te-
meli ve sebebi olan manevî var-
lık.
safî:
saf olan, katışıksız, duru.
sair:
diğer, başka, öteki.
sofra-i erzak:
rızık sofrası; yiye-
cek, içecek sofrası.
sual:
soru.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldığı
114 bölümden her biri.
şefkat:
karşılıksız sevgi besleme,
içten ve karşılıksız merhamet.
şer:
kötülük.
taam:
yemek, yiyecek.
tarz:
biçim, şekil, suret.
umum:
bütün.
unsur:
madde, esas, kök.
valide:
ana, anne.
vazife:
görev.
Âb-ı Kevser:
Cennetteki su-
lardan biri; Kevser suyu.
âlem:
varlık sınıflarından her
biri.
cüz’î:
küçük, az.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
ekseriyet-i mutlaka:
bir faz-
lasıyla elde edilen çoğunluk,
çokluk, kesin çoğunluk.
elcevap:
cevap olarak.
emirber:
emir eri.
Fatiha:
Kur’ân-ı Kerîm’in bi-
rinci suresi.
fışkı:
taze hayvan gübresi.
güya:
sanki.
habbe:
tahıl tanesi.
halis:
katışıksız, saf, duru.
harika:
olağanüstü.
havale:
bir şeyi başkasının üs-
tüne bırakma.
hayvanat:
hayvanlar.
ihatalı:
kuşatıcı.
ihsan:
bağışlama, ikram et-
me, lütuf.
imdat:
yardım.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlem-
ler.
küllî:
umumî, genel, bütün
olan.
lisan:
dil.
maddî:
madde ile alâkalı, cis-
manî.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
merhamet:
acımak, şefkat gös-
termek, korumak, esirgemek.
mugaddi:
gıdalı, besleyici.
musahhar:
boyun eğen, emir
altına giren.
musibet:
felâket, belâ.
mülevves:
karışık, düzensiz,
intizamsız.
münafi:
zıt, aykırı.
münasip:
uygun.