nevileri beraber, birbiri içinde, iltibassız, sehivsiz yazar,
haşr-i azamın binler numunelerini izhar eder.
Ve aynı kudret, aynı zamanda hava sahifesini bir ya-
zar-bozar tahtasına çevirir. Bütün zerrelerini birer kalem
uçları ve o kitabın noktaları hükmünde, emir ve iradenin
onlara tayin ettiği vazifelerinde istimal ederek ve bütün o
zerrelere, her birine öyle bir kabiliyet vermiş ki, güya bü-
tün sözleri ve konuşmaları bilir gibi alır, neşreder, şaşır-
maz, küçücük birer kulak, incecik birer lisan olarak istih-
dam edip, unsur-i hava emir ve irade-i İlâhînin bir arşı ol-
duğunu ispat eder.
İşte, bu kısa işarete kıyasen, bu kâinatı bir muntazam
şehir, bir mükemmel apartman ve misafirhane, bir mu’ci-
zatlı kitap ve kur’ân hükmüne getirip, heyet-i mecmu-
asından tâ bir zerreye kadar bütün mahlûkat tabakalarını
ve dairelerini ve taifelerini mizan-ı ilim ve nizam-ı hikmet-
le kabzasına alan, tasarruf eden, kudreti içinde hikmeti-
ni, rahmetini gösteren ve rububiyet-i mutlakası içinde
mevcudiyetini ve vahdaniyetini güneş ve gündüz gibi bil-
dirip tanıttırmasına mukabil, imanla tanımak ve sevdir-
mesine mukabil ubudiyetle sevmek ve ihsanatlarına mu-
kabil şükür ve hamd isteyen böyle bir rahman-ı rahîm’i
tanımayan ve ubudiyetle onu sevmeye çalışmayan, belki
inkârla ona bir nevi adavet taşıyan insan suretindeki şey-
tanlar, birer küçük nemrut ve Firavun hükmünde niha-
yetsiz bir azaba elbette müstahak olur.
adavet:
düşmanlık, husumet.
arş:
göğün en yüksek katı.
azap:
günahlara karşı çekilecek
ceza, eziyet, işkence.
emr-i İlâhî:
İlâhî iş; Allah’ın emri.
firavun:
zalim, merhametsiz, iman-
sız.
hamd:
Allah’a karşı şükran ve
memnuniyetini onu överek bildir-
me.
haşr-i azam:
kıyamet koptuktan
sonraki en büyük haşir, toplan-
ma.
heyet-i mecmua:
bir şeyin tefer-
ruatına ve cüzlerine bakılmaksı-
zın bütününün gösterdiği hâl ve
manzara.
hikmet:
İlâhî gaye, gizli sebep,
fayda.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
hükmüne:
yerine, değerine.
ihsanat:
ihsanlar, bağışlar, nimet-
ler.
iltibas:
birbirine benzeyen şeyleri
şaşırıp karıştırma, birisini öteki
zannetme.
iman:
inanç, itikat.
inkâr:
Allah’ın varlığına, birliğine
inanmama, kabul ve tasdik etme-
me.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi ya-
pıp yapmama konusunda için olan
iktidar, güç.
irade-i İlâhî:
Allah’ın iradesi, Ce-
nab-ı Hakkın dilediğini yapabilme
gücü, kudreti.
ispat:
doğruyu delillerle göster-
me.
istihdam:
bir hizmette kullanma,
çalıştırma.
istimal:
kullanma.
izhar:
ortaya koyma, açığa çıkar-
ma, gösterme.
kabiliyet:
istidat, yetenek.
kabza:
tutamak yeri, el.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler.
kıyasen:
kıyas ederek, karşılaştı-
rarak.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
lisan:
dil.
mahlûkat:
yaratılmışlar, yaratık-
lar, Allah tarafından yaratılanlar.
mevcudiyet:
mevcut olma, var-
lık.
misafirhane:
misafirlerin kaldığı
ev, geçici bekleme yeri.
mizan-ı ilim:
ilimdeki ölçü, mi-
zan.
mu’cizat:
mu’cizeler, Allah tara-
fından verilip, yalnız peygamber-
lerin gösterebilecekleri büyük ha-
rika işler.
mukabil:
karşılık.
muntazam:
nizamlı, intizamlı,
düzenli ve düzgün biçimde.
müstahak:
hak eden, hak et-
miş.
Nemrut:
yüzü gülmez, katı
yürekli, inatçı, zalim kimse.
neşretme:
dağıtma, yayma,
saçma.
nevi:
çeşit, tür.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
nizam-ı hikmet:
Cenab-ı Hak-
kın koyduğu, tanzim ettiği, her
şeyin bir sebebe dayandığı
hikmetli düzen.
numune:
örnek.
rahman-ı rahîm:
Rahman ve
Rahîm olan Allah; dünya ve
ahirette yarattıklarına sonsuz
rahmet, şefkat ve merhame-
tiyle muamele eden Allah.
rahmet:
şefkat, merhamet,
bağışlama ve esirgeyicilik.
rububiyet-i mutlaka:
mutla-
ka terbiye edicilik, Cenab-ı
Hakkın her şeyi kuşatan ve
emri altında tutan kayıtsız,
şartsız terbiye ediciliği.
sahife:
sayfa.
sehiv:
hata, yanlışlık.
suret:
biçim, tarz, görünüş.
tabaka:
kat, katman.
taife:
takım, güruh.
tasarruf:
bir şeyin sahibi olup
idare etme, mülkünü istediği
gibi kullanma.
tayin:
belirleme, yerini belli
etme.
ubudiyet:
kulluk.
unsur-i hava:
hava unsuru.
vahdaniyet:
Allah’ın birliği ve
varlığı, Allah’ın bir oluşu.
vazife:
görev.
zerre:
en küçük parça, mole-
kül, atom.
o
n
B
eŞinci
Ş
ua
| 956 | Şualar