tazesi yerine gelir. Ve zerrat tarlasında mütemadiyen
seyyar dünyalar ve seyyal âlemler mahsulâtı alındığın-
dan, elbette, kabarcıklar ve güneşçikler zevalleriyle daimî
bir güneşi gösterdikleri gibi, o hadsiz mahlûkat ve mah-
sulâtın vefatları ve zahirî sebepleriyle beraber kemal-i in-
tizamla terhisleri, gündüz gibi şüphesiz, güneş gibi zahir
bir kat’iyette bir Hayy-ı lâyemut’un, bir Şems-i serme-
dî’nin, bir Hallâk-ı Bâkî’nin ve bir kumandan-ı Akdes’in
vücub-i vücudu ve vahdeti ve mevcudiyeti, kâinatın mev-
cudiyetinden bin derece zahir ve kat’îdir diye bütün mev-
cudat ayrı ayrı ve beraber şahadet ederler.
İşte, kâinatı dolduran bu yüksek sesleri ve kuvvetli şa-
hadetleri işitmeyen ve kulak vermeyen, ne derece sağır
ve ahmak ve cani olduğunu elbette anladınız.
doKuZuNCuKELiME:
(1)
o
ôr
«n
?r
G p
?p
ón
«p
H
’dır. Bundaki hüccete gayet kısa bir işaret
şudur:
görüyoruz ki, bu kâinatta her daire, her nevi, her ta-
baka, hatta her fert, her aza, hatta her bedendeki her bir
hüceyrenin ihtiyat rızkını taşıyan bir mahzeni, bir deposu
ve levazımatını yetiştiren, muhafaza eden bir tarlası ve
hazinesi var ki, gayet intizam ve mizanla ve nihayetsiz
hikmet ve inayetle, vakti vaktine, muhtacın iktidar ve
ihtiyârı haricinde, bir dest-i gaybî tarafından o muhtacın
eline veriliyor.
ahmak:
pek akılsız olan, sersem,
budala.
âlem:
gökyüzünde görünen veya
görünmeyen gök cisimleri, yıldız-
lar.
aza:
organlar, uzuvlar.
cani:
acımasız, gaddar.
daimî:
sürekli, devamlı.
dest-i gaybî:
görünmez el.
gayet:
son derece.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
Hallâk-ı Bâkî:
her zaman var olan,
sonu olmayan bâkî yaratıcı Allah.
hariç:
bir şeyin dışı, dışarısı, dışta
kalan.
Hayy-ı lâyemut:
ölümsüz olan
Allah, ölümün kendisi için söz ko-
nusu olmadığı daimî hayat sahibi
olan Allah.
hazine:
gömülü hâlde bulunan
kıymetli şeylerin bütünü, define.
hikmet:
İlâhî gaye, gizli sebep,
fayda.
hüccet:
delil.
hüceyre:
hücrecik, küçük hücre.
ihtiyar:
irade, tercih; kendi istek
ve arzularına göre hareket etme.
ihtiyat:
tedbirli hareket etme.
iktidar:
güç yetme, yapabilme, bir
işi gerçekleştirmek için gereken
kuvvet.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
intizam:
düzenlilik, düzgünlük.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
kat’iyet:
kat’îlik, kesinlik.
kemal-i intizam:
intizamın mü-
kemmel oluşu, tam ve eksiksiz
düzen.
Kumandan-ı akdes:
en mukad-
des kumandan; Allah.
levazımat:
lüzumlu maddeler, ih-
tiyaç maddeleri.
mahlûkat:
Allah tarafından yara-
tılanlar.
mahsulât:
meydana gelen, elde
edilen şeyler; meyveler, ürünler.
mahzen:
içinde eşya sakla-
nan yer.
mevcudat:
mevcutlar, var olan
her şey, mahlûklar.
mevcudiyet:
mevcut olma,
varlık.
mizan:
ölçü, denge.
muhafaza:
koruma.
mütemadiyen:
sürekli olarak,
devamlı.
nevi:
çeşit, tür.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
rızık:
yiyecek, içecek şey, azık.
seyyal:
akıcı, akan.
seyyar:
bir yerde durmayan
yer değiştiren gök cismi.
şahadet:
şahit olma, şahitlik,
tanıklık.
Şems-i Sermedî:
daimî, sürekli
olan güneş.
tabaka:
kat, katman.
terhis:
izin verme, serbest bı-
rakma, salıverme.
vahdet:
bir ve tek olma.
vefat:
ölme.
vücub-i vücut:
varlığı gerekli
olmak, olmaması imkânsız ol-
mak, varlığı zarurî ve vacip ol-
mak.
zahir:
açık, aşikâr.
zahirî:
görünüşte olan; zahire,
dışa ait olan.
zerrat:
zerreler, atomlar.
zeval:
yerinden ayrılıp gitme;
sona erme, yok olma.
1.
Her hayır Onun elindedir. Yapılan her hayrı kaydeder ve karşılığını da verir.
o
n
B
eŞinci
Ş
ua
| 952 | Şualar