sıdkının bütün hüccetleri, haşir ve ahirete dahi şahadet
ederler. Çünkü, o zatın
(
AsM
)
bütün hayatında daimî bir
büyük davası ahiret olduğu gibi, bütün yüz yirmi dört bin
peygamberler (aleyhimüsselâm) dahi hayat-ı bâkiye ve sa-
adet-i ebediyeyi dava edip beşere müjde ederek hadsiz
mu’cizelerle ve kat’î delillerle ispat ettiklerinden, elbette
onların peygamberliklerine ve sadıkıyetlerine delâlet eden
bütün mu’cizeleri ve hüccetleri, onların en büyük ve da-
imî davaları olan ahirete ve hayat-ı bâkiyeye şahadet
ederler. Buna kıyasen, sair erkân-ı imaniyeyi ispat eden
bütün deliller dahi haşrin vukuuna ve dâr-ı saadetin açıl-
masına şahadet ederler.
Salisen
: Hiç mümkün müdür ki, kendi kemalâtını ve
kudret ve rububiyetini izhar etmek için bu kâinatı bütün
zerrat ve seyyarat ve ecza ve tabakatıyla halk edip ke-
mal-i hikmetle her birisini bir vazifeyle, belki çok vazife-
lerle mütemadiyen çalıştıran ve sermedî, hadsiz cilve-i
esmasını göstermek için kafile kafile arkasında, belki
seyyar müteceddit dünya dünya arkasında ve mahlûkat
taifelerini bu misafirhane-i âleme ve hayat-ı dünyeviye
meydan-ı imtihanına gönderip âlem-i misalde kurulan
uhrevî sinemalar ve berzahî fotoğraflarla suretlerini ve
amellerini ve vaziyetlerini alarak onları terhisten sonra,
başka taife ve kafile ve seyyal ve seyyar bir nevi dünya-
ları o meydana vazifeler ve cilve-i esmasına âyineler ol-
mak için gönderen bir sâni-i zülcelâl, bir Hâlık-ı zülce-
mal, bir Allah-ı zülkemal, bu fânî dünyada şuur ve akıl ile
o Hâlık’ın bütün maksatlarına karşı mukabele eden ve
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
âlem-i misal:
görüntüler âlemi,
dünyadaki işlerin görüntülendiği
ve gözlendiği, ruhların bulunduğu
âlem.
allah-ı Zülkemal:
sonsuz kemal
sahibi ilâh olan Allah.
amel:
fiil, iş.
âyine:
ayna.
berzahî:
kabir hayatıyla ilgili, ber-
zah âlemi ile ilgili.
beşer:
insanlık.
cilve-i esma:
Allah’ın isimlerinin
varlıklardaki tecellisi, görüntüsü.
daimî:
sürekli, devamlı.
dâr-ı saadet:
saadet, mutluluk ye-
ri, Cennet.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
delâlet:
delil olma, gösterme.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, bürhan.
ecza:
cüzler, parçalar, kısımlar.
erkân-ı imaniye:
imana ait esas-
lar.
fânî:
ölümlü, geçici.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden, yaratıcı; Allah.
Hâlık-ı Zülcemal:
sonsuz güzellik
sahibi yaratıcı, Allah.
halk:
yaratma, yaratış.
haşir:
kıyametten sonra bütün in-
sanların bir yere toplanmaları, Al-
lah’ın ölüleri diriltip mahşere çı-
karması.
hayat-ı bâkiye:
bâkî olan, sonsuz
hayat, ahiret hayatı.
hayat-ı dünyeviye:
dünyaya ait
olan hayat.
hüccet:
delil.
izhar:
ortaya koyma, açığa çıkar-
ma, gösterme.
kafile kafile:
sıra sıra, takım ta-
kım.
kafile:
takım takım, sıra sıra gön-
derilen şeylerin her parçası.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
kemalât:
faziletler, kemaller, ol-
gunluklar, mükemmellikler.
kemal-i hikmet:
hikmetin mü-
kemmelliği, tam ve eksiksiz bir
hikmet, mükemmel hikmet ve ga-
ye.
kıyasen:
kıyas ederek, karşılaştı-
rarak.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
mahlûkat:
yaratılmışlar, yaratık-
lar, Allah tarafından yaratılanlar.
meydan-ı imtihan:
imtihan mey-
danı, dünya.
misafirhane-i âlem:
kâinat misa-
firhanesi.
mu’cize:
benzerini yapmak-
tan insanların âciz kaldığı şey.
mukabele:
karşılık verme, kar-
şılama.
müteceddit:
teceddüt eden,
yenilenen, yenileşen.
mütemadiyen:
sürekli olarak,
devamlı.
nevi:
çeşit, tür.
rububiyet:
Cenab-ı Hakkın her
zaman, her yerde, her mahlû-
ka muhtaç olduğu şeyleri ver-
mesi, onu terbiye etmesi ve
idaresi altında bulundurma
vasfı.
saadet-i ebediye:
sonu olma-
yan, sonsuz mutluluk.
sadıkıyet:
sadıklık, doğruluk,
sadâkat.
sair:
diğer, başka, öteki.
salisen:
üçüncü olarak.
Sâni-i Zülcelâl:
sonsuz büyük-
lük sahibi olan ve her şeyi sa-
natla yaratan, Allah (cc.).
sermedî:
ebedî, daimî, sürek-
li.
seyyal:
akıcı, akan.
seyyar:
bir yerde durmayan
yer değiştiren gök cismi.
seyyarat:
gezegenler.
sıdk:
doğruluk, gerçeklik, ha-
kikat.
suret:
biçim, tarz, görünüş.
şahadet:
şahit olma, şahitlik,
tanıklık.
tabakat:
tabakalar.
taife:
takım, güruh.
terhis:
izin verme, serbest bı-
rakma, salıverme.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete
ait, ahiret âlemiyle ilgili.
vaziyet:
durum.
vuku:
olma, gerçekleşme,
meydana gelme.
zerrat:
zerreler, atomlar.
o
n
B
eŞinci
Ş
ua
| 958 | Şualar