Şualar - page 964

maslahat ve güzel ve hayır ve rahmettirler. Ve az bir kıs-
mı, kabiliyetsizlere ve yanlış mübaşeret edenlere veya ce-
za ve terbiyeye müstahak olanlara veya çok hayırları süm-
bül vermeye vesile olanlara rast gelir; zahirî, cüz’î bir şer,
bir çirkinlik olur, bir merhametsizlik görünür. eğer o cüz’î
şer gelmemek için rahmet tarafından o unsur ve küllî
mevcut o vazifesinden menedilse, o vakit bütün hayırlı,
güzel sair neticeleri vücut bulmaz. Bir hayrın ademi şer
ve bir güzelliğin bozulması çirkinlik olması itibarıyla, o ne-
ticeler adedince şerler, çirkinlikler, merhametsizlikler hu-
sul bulur. demek, bir tek şer gelmemek için yüzer şerler,
merhametsizlikler irtikâp edilir ki, bütün bütün hikmete,
maslahata, rububiyetteki rahmete muhalif düşer. Meselâ,
kar, soğuk, ateş, yağmur gibi nevilerin yüzer hikmetleri,
maslahatları içinde bazı dikkatsiz ve ihtiyatsızlar, sû-i
ihtiyârlarıyla kendileri hakkında şer yapsa, meselâ elini
ateşe soksa, “Ateşin hilkatinde rahmet yoktur” dese, ate-
şin had ve hesaba gelmeyen hayırlı, maslahatlı, merha-
metli faydaları onu tekzip edip ağzına vurur.
Hem, insanın hodgâm hevesatı ve süflî ve akıbeti gör-
meyen hissiyatı, kâinatta cereyan eden rahmaniyet ve
Hâkimiyet ve rububiyet kanunlarına mikyas ve mihenk
ve mizan olamaz. kendi âyinesinin rengine göre görür.
Merhametsiz siyah bir kalb, kâinatı ağlar, çirkin, zulüm ve
zulümat suretinde görür. Fakat, iman gözüyle baksa, yet-
miş güzel hulleleri giymiş bir cennet hûrisi gibi, rahmet-
ler ve hayırlar ve hikmetlerden dikilmiş yetmiş binler gü-
zel libasları birbiri üstüne giymiş, daima güler, rahmetle
adem:
yokluk, olmama.
akıbet:
nihayet, son.
âyine:
ayna.
cereyan:
akma, bir tarafa doğru
akış.
ceza:
karşılık, azap.
cüz’î:
küçük, az; kıymetsiz, önem-
siz.
had ve hesaba gelmeme:
sayısız
ve sınırsız olma.
hâkimiyet:
hâkim oluş, hükme-
diş, egemenlik.
hevesat:
hevesler.
hikmet:
İlâhî gaye, gizli sebep,
fayda.
hilkat:
yaratılma, yaratılış.
hissiyat:
hisler, duygular.
hodgâm:
kendi keyfini düşünen,
bencil.
hulle:
Cennet elbisesi.
huri:
Cennet kızı, Cennet güzeli.
husul:
olma, meydana gelme.
ihtiyat:
uzak görüşlü olma, gele-
ceği düşünerek tedbirli hareket
etme.
iman:
inanç, itikat.
irtikâp:
bekleme, gözleme.
itibar:
değer.
kabiliyet:
istidat, yetenek.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler.
kanun:
yasa.
küllî:
umumî, genel, bütün olan.
libas:
elbise.
maslahat:
uygun iş, yerine göre
icap eden davranış.
mehenk:
ölçü, ayar.
men:
yasak etme, engelleme,
mâni olma.
merhamet:
acımak, şefkat gös-
termek, korumak, esirgemek.
meselâ:
örneğin.
mikyas:
ölçü aleti, ölçek.
mizan:
ölçü, denge.
muhalif:
zıt, aykırı.
mübaşeret:
bir işe başlama,
girişme, tutuşma, bulaşma, te-
mas.
müstahak:
hak eden, hak et-
miş.
nevi:
çeşit, tür.
rahmaniyet:
Cenab-ı Hakkın
kullarını beslemesi, koruması
ve merhamet etmesi vasfı.
rahmet:
şefkat, merhamet,
bağışlama ve esirgeyicilik.
rububiyet:
Cenab-ı Hakkın her
zaman, her yerde, her mahlû-
ka muhtaç olduğu şeyleri ver-
mesi, onu terbiye etmesi ve
idaresi altında bulundurma
vasfı.
sair:
diğer, başka, öteki.
sû-i ihtiyar:
kötü seçim, seç-
menin fenalığı.
suret:
biçim, şekil, tarz.
süflî:
aşağılık, bayağı, adî.
şer:
kötülük.
tekzip:
yalanlama, yalan ol-
duğunu söyleme.
terbiye:
besleme, yetiştirme,
büyütme; besleyip büyütme.
unsur:
madde, esas, kök.
vazife:
iş; görev.
vesile:
aracı, vasıta.
vücut:
var olma, varlık.
zahirî:
görünüşte olan; zahire,
dışa ait olan.
zulüm:
haksızlık.
zulümat:
karanlıklar, dinsizlik,
zulüm ve küfür.
o
n
B
eŞinci
Ş
ua
| 964 | Şualar
1...,954,955,956,957,958,959,960,961,962,963 965,966,967,968,969,970,971,972,973,974,...1581
Powered by FlippingBook