emriyle ve irade anahtarıyla tam mizan-ı nizamla açtığı
gibi, zemin hazinesini dahi yağmur anahtarıyla açarak,
mahzencikleri ve nebatatın nutfeleri olan bütün habbele-
ri ve hayvanatın menşeleri ve kuşların ve sineklerin su ve
havadan nutfeleri olan bütün inkişaf emrini alan katreler
mahzenciklerini beraber, hatasız açtığı vakitte, kâinatta
küllî ve cüz’î, maddî ve manevî bütün hazine ve depoları
hikmet ve irade ve rahmet ve meşiet eliyle her birine
mahsus bir anahtarla açtığını bilmek ve görmek istersen,
senin bir nevi mahzenciklerin olan kendi kalbine ve di-
mağına ve cesedine ve midene ve bahçene ve zeminin çi-
çeği olan bahara ve ondaki çiçeklere ve meyvelere bak
ki, kemal-i nizam ve mizan ve rahmet ve hikmetle bir
dest-i gaybî tarafından emr-i
(1)
o
¿ƒo
µ`n
«n
a r
øo
c
tezgâhından
gelen ayrı ayrı anahtarlarla açıyor. Bir dirhem kadar bir
kutucuktan bir batman, belki bazen yüz batman taamları
kemal-i intizamla çıkarıyor, zîhayatlara ziyafet veriyor.
Acaba böyle muntazam, alîmâne, basîrâne nihayetsiz bir
fiile ve tesadüfsüz tam hikmetli bir sanata ve yanlışsız, tam
mizanlı bir tasarrufa ve zulümsüz, tam adaletli bir rububi-
yete, hiç mümkün müdür ki, kör kuvvet, sağır tabiat, ser-
seri tesadüf; camit, cahil, âciz esbap müdahale edebilsin?
Ve bütün eşyayı birden görüp ve beraber idare edeme-
yen ve zerratla seyyarat yıldızları emrinde bulunmayan bir
mevcut, bu her cihetle hikmetli, mu’cizeli, mizanlı tasar-
rufa ve idareye karışabilsin?
İşte, her hayır elinde, her şeyin anahtarı yanında bulu-
nan böyle bir Mutasarrıf-ı rahîm’i, bir rabb-i Hakîm’i
âciz:
zayıf, güçsüz, zavallı.
adalet:
her hak sahibine hakkının
tam ve eksiksiz verilmesi, düzenli
ve dengeli oluş.
alîmâne:
ilmen bilerek.
basîrâne:
görerek, bilerek, basi-
ret sahibine yakışır şekilde.
batman:
eski ağırlık ölçülerinden
olup, iki okka ile sekiz okka ara-
sında değişen ağırlık ölçüsü.
cahil:
Allah’ı tanımayan, İlâhî ha-
kikatlerden habersiz, hak bilgisin-
den yoksun.
camit:
ruhsuz, cansız.
ceset:
vücut, beden.
cihet:
yön.
cüz’î:
küçük, az.
Dest-i Gaybî:
görünmez el.
dimağ:
akıl, şuur.
dirhem:
yaklaşık üç grama denk
gelen eski bir ağırlık ölçüsü, çok
küçük parça (mecaz).
esbap:
sebepler, vasıtalar.
fiil:
iş, hareket.
habbe:
tahıl tanesi.
hayvanat:
hayvanlar.
hazine:
zengin ve değerli kaynak.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bilgi,
fayda.
idare:
bir işi yürütme, çekip çevir-
me.
inkişaf:
ortaya çıkma, gelişme.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi ya-
pıp yapmama konusunda için olan
iktidar, güç.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler.
katre:
damla.
kemal-i intizam:
intizamın mü-
kemmel oluşu, tam ve eksiksiz
düzen.
kemal-i mizan:
ölçünün tam ve
kusursuz oluşu, tam ölçü, mü-
kemmel ölçü.
kemal-i nizam:
tam bir düzen ve
ölçü ile.
küllî:
umumî, genel, bütün olan.
maddî:
madde ile alâkalı, cisma-
nî.
mahsus:
bir şeye veya kişiye has
olan.
mahzencik:
küçük mahzen, ihti-
yaç maddelerini saklayan küçük
depo.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
menşe:
esas, kaynak.
meşiet:
dileme, irade, istek.
mizan:
ölçü, denge.
mizan-ı nizam:
kâinattaki düze-
nin dengesi.
mu’cize:
benzerini yapmaktan in-
sanların âciz kaldığı şey.
muntazam:
nizamlı, intizamlı, dü-
zenli ve düzgün biçimde.
Mutasarrıf-ı rahîm:
sonsuz
şefkat ve merhameti ile her
şeyi idare eden Allah.
müdahale:
karışma.
nebatat:
bitkiler.
nevi:
çeşit, tür.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
nutfe:
döl suyu, meni.
rabb-i Hakîm:
hikmet sahibi
Allah, iş ve emirleri hikmetli
ve yanlışsız olan Cenab-ı Hak.
rahmet:
şefkat, merhamet,
bağışlama ve esirgeyicilik.
rububiyet:
Cenab-ı Hakkın her
zaman, her yerde, her mahlû-
ka muhtaç olduğu şeyleri ver-
mesi, onu terbiye etmesi ve
idaresi altında bulundurma
vasfı.
serseri:
gayesiz, hedefsiz; öte-
den beri başıboş olan.
seyyarat:
gezegenler.
taam:
yemek, yiyecek.
tabiat:
kâinatın düzenini de-
vam ettiren kanun.
tasarruf:
bir şeyin sahibi olup
idare etme, mülkünü istediği
gibi kullanma.
tesadüf:
rastlantı, bir şeyin
kendiliğinden meydana gel-
mesi.
zemin:
yeryüzü.
zerrat:
zerreler, atomlar.
zîhayat:
hayat sahibi.
zulüm:
haksızlık.
1.
“Ol!” der; oluverir. (Yâsin Suresi: 82.)
o
n
B
eŞinci
Ş
ua
| 954 | Şualar