Şualar - page 947

ÜçÜNCÜKELiME:
(1)
o
¬n
d n
?j /
ôn
°T n
’dür. Bundaki hüccete gayet kısa bir işa-
ret şudur ki:
Ayetü’l-kübra Şuaının madeni, üstadı, esası ve
Ayetü’l-
Kübra
namında olan
(2)
k
Ó«/
Ñ°n
S ¢p
Tr
ôn
©r
dG …p
P '
‹p
G Gr
ƒn
¨n
àr
Hn
’ Gk
Pp
G n
¿ƒo
dƒo
?n
j Én
ªn
c l
án
¡p
d'
G = o
¬n
©n
e n
¿Én
c r
ƒn
d r
?o
b
ilâahir ayet-i ekberidir. Yani, eğer şeriki olsa ve başka
parmaklar icada ve rububiyete karışsa idiler, intizam-ı
kâinat bozulacaktı. Hâlbuki, küçücük sineğin kanadın-
dan ve göz bebeğindeki hüceyrecikten tut, tâ tayyare-i
cevviye olan hadsiz kuşlara, tâ Manzume-i Şemsiyeye
kadar her şeyden cüz’î, küllî, küçük ve büyük en mükem-
mel bir intizam bulunması, şeksiz ve kat’î bir surette şe-
riklerin muhaliyetine ve madumiyetine delâlet ettiği gibi,
Vacibü’l-Vücud’un mevcudiyetine ve vahdetine bilbeda-
he şahadet eder.
dördÜNCÜKELiME:
(3)
o
?r
?o
Ÿr
G o
¬n
d
’dür. Bundaki uzun hüccete gayet kısa bir işa-
ret:
evet, gözümüzle görüyoruz ki, zemin yüzünü bir tarla
yapıp, içinde her bir baharda yüz bin nevi nebatatın
tohumlarını beraber, karışık olarak o pek geniş tarlada
ekiyor ve mahsulâtlarını ayrı ayrı, hiç karıştırmayarak,
Şualar | 947 |
o
n
B
eŞinci
Ş
ua
luk, yok olma, yok oluş.
mahsulât:
meyveler, ürünler, top-
raktan yetişen şeyler.
Manzume-i Şemsiye:
güneş ile
ona bağlı olan seyyareler, güneş
sistemi.
mevcudiyet:
mevcut olma, var-
lık.
muhaliyet:
imkânsızlık, imkânsız
oluş.
nam:
ad, isim.
nebatat:
bitkiler.
nevi:
çeşit, tür.
rububiyet:
Rablık, ilâhlık.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldığı
114 bölümden her biri.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şahadet:
şahit olma, şahitlik, ta-
nıklık.
şek:
şüphe, zan, tereddüt.
şerik:
ortak.
tayyare-i cevviye:
gökyüzünde
uçan şeyler.
üstat:
bir ilim ve sanatta üstün
olan kimse, öğretmen.
Vacibü’l-Vücud:
varlığı zarurî ve
zatî olan; varlığı başkasının varlı-
ğına bağlı değil, kendinden olup
ezelî ve ebedî olan Allah (c.c.).
vahdet:
birlik ve teklik.
zemin:
yeryüzü.
arş:
göğün en yüksek katı.
ayet-i ekber:
en büyük ayet.
bilbedahe:
açıktan, aşikâr ola-
rak.
cüz’î:
küçük, az.
delâlet:
delil olma, gösterme.
gayet:
son derece.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hüccet:
delil.
hüceyre:
hücrecik, küçük hüc-
re.
icat:
vücuda getirme, yoktan
var etme.
ilâahir:
sona kadar, sonuna
kadar.
ilâh:
kendisine ibadet edini-
len ve tapınılan şey.
intizam:
düzenlilik, düzgün-
lük.
intizam-ı kâinat:
kâinattaki
düzen, sistem.
kat’î:
kesin, şüpheye ve te-
reddüde mahal bırakmayan.
küllî:
umumî, genel, bütün
olan.
maden:
asıl, esas, kaynak.
madumiyet:
madumluk, yok-
1.
Allah bir olur; ortağı yoktur.
2.
De ki: Eğer onların dedikleri gibi, Allah ile beraber başka ilâhlar da bulunsaydı, Arşın sahi-
bi olan Allah’a üstün gelmek için elbette bir yol ararlardı. (İsra Suresi: 42.)
3.
Mülk Onundur.
1...,937,938,939,940,941,942,943,944,945,946 948,949,950,951,952,953,954,955,956,957,...1581
Powered by FlippingBook