kudsî cümleyi mütefekkirâne tekrar edip, Yirminci Mek-
tubun kısa bir hülâsatü’l-hülâsasını beraber düşünüyor-
dum. Birden kalbe geldi ki, “Bu kısacık hülâsayı nadir
Hocaya ve buradaki gençlere ders ver.” Ben de “Bismil-
lâh” deyip başladım. dedim:
Bu kelâm-ı tevhidde on bir müjde, on bir hüccet-i ima-
niye var. Şimdi, yalnız hüccetlere gayet kısa bir işaret
edip, izahını ve müjdeleri Yirminci Mektup ve nur ecza-
larına havale edeceğim. Fakat, şimdi o dersi yazdığım za-
man onlara söylemediğim bazı kelimeleri ve nükteleri da-
hi yazmayı münasip gördüm.
İşte o kelâM-ı tevhİdİn on Bİr kelİMesİnden
BiriNCiKELiME:
(1)
*G s
’p
G n
¬'
dp
G n
B’
’tır. Bundaki hüccet ise, matbu Ayetü’l-
kübra risalesidir. o emsalsiz hüccetin harikalığı içindir ki;
İmam-ı Ali (
rA
), nurun eczalarından haber verdiği sırada,
(2)
p
ân
én
Ødr
G n
øp
e »u
æp
en
G …'
ôr
Ñ`o
µdr
G p
ân
j'
’r
Ép
Hn
h
deyip, o Ayetü’l-küb-
ra’yı şefaatçi yaparak, nur Şakirtlerinin denizli hapsin-
de, o risalenin hem Ankara, hem denizli Mahkemelerin-
de galebesiyle ve perde altında tesirli intişarıyla, talebele-
rine beraat kazandırmaya sebep olduğu gibi, onun gizli
tab’ı da, şakirtlerinin dokuz ay mevkufiyetlerine vesile ol-
masıyla, İmam-ı Ali’nin (
rA
), hem keramet-i gaybiyesini,
hem nur Şakirtlerinin bedeline duasını pek zahir bir su-
rette tasdik etti.
Şualar | 945 |
o
n
B
eŞinci
Ş
ua
düyuhyîveyumîtuvehüvehay-
yünlâyemûtübiyedihilhayrüve
hüvealâküllişey’inkadîrünve
ileyhilmasîr.” cümlesidir.
keramet-i gaybiye:
gaypla ilgili
keramet, istikbal ile alâkalı kera-
met.
kudsî:
mukaddes, yüce.
matbu:
tab edilmiş, basılmış.
mevkufiyet:
mevkuf olma hâli,
tutukluluk, hapsedilme.
münasip:
uygun.
mütefekkirâne:
tefekkür ederek,
derin ve dikkatli düşünerek.
nükte:
ince manalı, düşündürücü
söz.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şakirt: talebe, öğrenci.
şefaat:
birinden başkasının ku-
surlarının veya suçunun bağışlan-
masını dileme.
tab:
basma, baskı.
talebe:
öğrenci.
tasdik:
bir şeyin veya kimsenin
doğruluğuna kesin olarak hük-
metme.
vesile:
aracı, vasıta.
zahir:
açık, aşikâr.
bedel:
bir şeyin yerini tutan,
karşılık.
beraat:
temize çıkma; bir da-
vanın neticesinde suçsuz ol-
duğu anlaşılma.
Bismillâh:
Besmele, Allah na-
mına, Allah için, Allah’ın adı
ve izni ile.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ecza:
cüzler, parçalar, kısım-
lar.
emsalsiz:
benzersiz.
galebe:
galip gelme, üstünlük.
gayet:
son derece.
harika:
olağanüstü.
havale:
bir şeyi başkasının üs-
tüne bırakma.
hüccet:
delil.
hüccet-i imaniye:
imanî de-
liller.
hülâsa:
bir şeyin özü, esası,
özeti.
hülâsatü’l-hülâsa:
hülâsanın
hülâsası, özünün özü.
intişar:
yayılma, yaygınlaşma,
neşrolunma.
izah:
açıkça ortaya koyma, bir
konuyu ayrıntılarıyla, eksiksiz
anlatma.
kelâm-ı tevhid:
tevhid sözü,
Allah’ın birliğini anlatan “Lâ
ilâheillallahüvahdehûlâşerîke
leh.Lehülmülküvelehülham-
1.
Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. (Muhammed Suresi: 19.)
2.
Yâ Rab! Ayetü’l-Kübra hürmetine beni kurtar, emân ve emniyet ver. (Celcelûtiye)