İslâm devletinin başına geçecek olan süfyanî deccal ise,
gayet muktedir ve dâhî ve faal ve gösterişi istemeyen ve
şahsî olan şan ve şerefe ehemmiyet vermeyen bir sadra-
zam ve gayet cesur ve iktidarlı ve metin ve cevval ve şöh-
retperestliğe tenezzül etmeyen bir serasker bulur, onları
teshir eder. onların fevkalâde ve dâhiyâne icraatlarını, ri-
yasızlıklarından istifade ile, kendi şahsına isnat ve o vası-
ta ile koca ordunun ve hükûmetin teceddüt ve inkılâp ve
Harb-i Umumî inkılâbından gelen şiddet-i ihtiyacın sev-
kiyle işledikleri terakkiyatı şahsına isnat ettirerek şahsın-
da pek acip ve harika bir iktidar bulunduğunu meddahlar
tarafından işaa ettirir.
•
Dördüncü cihet ve sebep
: Büyük deccalin, ispirtiz-
ma nev’inden teshir edici hassaları bulunur. İslâm decca-
linin dahi, bir gözünde teshir edici manyetizma bulunur.
Hatta, rivayetlerde “
Deccalin bir gözü kördür
”
1
diye na-
zar-ı dikkati gözüne çevirerek Büyük deccalin bir gözü
kör; ve ötekinin bir gözü, öteki göze nispeten kör hük-
münde olduğunu hadiste kaydetmekle, onlar kâfir-i mut-
lak bulunduğundan, yalnız münhasıran bu dünyayı göre-
cek bir tek gözü var ve akıbeti ve ahireti görebilecek göz-
leri olmamasına işaret eder.
Ben bir manevî âlemde İslâm deccalini gördüm. Yal-
nız bir tek gözünde teshirci bir manyetizma gözümle mü-
şahede ettim ve onu bütün bütün münkir bildim. İşte bu
inkâr-ı mutlaktan çıkan bir cür’et ve cesaretle mukadde-
sata hücum eder. Avam-ı nas hakikat-i hâli bilmediklerin-
den, harikulâde iktidar ve cesaret zannederler.
Şualar | 939 |
B
eŞinci
Ş
ua
terme.
ispirtizma:
ölülerin ruhlarıyla ba-
zı şartlar altında haberleşmenin
mümkün bulunduğuna inanan gö-
rüş ve bu maksatla yapılan faali-
yet.
istifade:
yararlanma.
işaa:
haber yayma, herkese du-
yurma.
kâfir-i mutlak:
.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
manyetizma:
telkin ve hipnoz yo-
lu ile birini tesir altına alma.
meddah:
çok, daha çok methe-
den, öven.
metin:
sağlam ve dayanıklı; ko-
laylıkla sarsılmayan, telâşa düş-
meyen ve korkuya kapılmayan.
mukaddesat:
mukaddes olan şey-
ler, kutsal şeyler, mübarek, aziz,
temiz, yüce olarak kabul edilen
şeyler.
muktedir:
iktidarlı, gücü yeten.
münhasıran:
özel olarak, sadece,
yalnız olarak.
münkir:
Allah’ın varlığını kabul ve
tasdik etmeyen, imansız, dinsiz.
müşahede:
bir şeyi gözle görme,
seyretme.
nazar-ı dikkat:
dikkatli bakma,
dikkatli bakış.
nevi:
çeşit, tür.
nispeten:
nispetle, kıyaslayarak.
rivayet:
Hz. Peygamberden nak-
ledilen hadis.
riya:
insanlara, kendisinde iyi ve-
ya övgüye değer bir takım özel-
likler bulunduğunu gösterme ve
böylelikle onların gönlünde sevgi
kazanmaya çalışma temayülü, eği-
limi.
serasker:
asker ve ordu kuman-
danı.
Süfyanî:
Müslümanlara kötülük
eden, sefil, kötü, alçak olan kim-
se.
şahsî:
şahsa, kişiye ait, hususî.
şeref:
manevî büyüklük, yücelik,
onur.
şiddet-i ihtiyaç:
ihtiyacın, muh-
taç olmanın şiddeti, ihtiyacın çok
fazla olması.
şöhretperest:
şöhret düşkünü,
şöhrete çok önem veren, şöhreti
her şeyin üstünde tutan.
teceddüt:
tazelenme, yenilenme,
yeni hale gelme.
tenezzül:
kendine aykırı düşen
bir işi veya durumu kabul etme,
alçalma.
terakkiyat:
ilerlemeler, gelişme-
ler, yükselişler.
teshir:
cezbetme, kendine bağla-
ma, emri altına alma.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
akıbet:
nihayet, son.
avam-ı nâs:
insanların ilmî, ir-
fanı kıt, okuma yazması az,
fikren zayıf olanları.
cevval:
daim, hareket hâlin-
de olan, koşan dolaşan.
cihet:
yön.
cür’et:
cesaret etme, yürekli-
lik, yiğitlik.
dâhî:
son derece zeki, anla-
yışlı, deha sahibi.
dâhiyâne:
dâhîcesine, eşine
ender rastlanır üstün zekâ sa-
hibi olarak.
fevkalâde:
olağanüstü.
hakikat-i hâl:
durumun ger-
çek yönü, işin aslı.
Harb-i umumî:
genel harb,
dünya savaşı.
hassa:
bir kimseye, ya da bir
şeye özel olan nitelik.
inkâr-ı mutlak:
.
inkılâp:
değişme, dönüşüm,
köklü değişme.
isnat:
dayandırma, mal etme,
bir şeyi bir kimseye ait gös-
1.
Buharî, Fiten: 26, Enbiya: 77; Müslim, Fiten: 100, 109; EbuDavud, Melâhim: 14, Sünnet: 25;
Müsned, 1:176, 182, 240, 311, 2:22, 27, 37, 39, 122, 124, 127, 131, 144, 149, 154, 3:79,103,
115, 173, 233, 333, 4:139-140, 5:13, 383, 397; İbniMâce, Fiten 33; Muvatta, Sıfâtü’n-Nebî: 2;
Kenzü’l-Ummal, 14:318; Tirmizî, Fiten: 56, 62.