daha yüksek bir azamet-i heykelde; ve Hazret-i İsa
Aleyhisselâm ona nispeten çok küçük bulunduğunu
”
(1)
gösterir.
(2)
*G s
’p
G n
Ör
«n
¨r
dG o
ºn
?r
©n
j n
’
bunun bir tevili şu olmak gerektir
ki: İsa Aleyhisselâmı nur-i iman ile tanıyan ve tâbi olan
cemaat-i ruhaniye-i mücahidînin kemiyeti, deccalin mek-
tepçe ve askerce ilmî ve maddî ordularına nispeten çok
az ve küçük olmasına işaret ve kinayedir.
oNYEdiNCiMESELE
rivayette var ki: “
Deccal çıktığı gün bütün dünya işitir
ve kırk günde dünyayı gezer ve harikulâde bir eşeği var-
dır.
”
(3)
(4)
r
ºn
?r
Yn
G *n
G
, bu rivayetler tamamen sahih olmak şartıy-
la tevilleri şudur: Bu rivayetler mu’cizâne haber verir ki,
“deccal zamanında vasıta-i muhabere ve seyahat o dere-
ce terakki edecek ki, bir hâdise bir günde umum dünya-
da işitilecek. radyo ile bağırır, şark-garp işitir; ve umum
ceridelerinde okunacak. Ve bir adam kırk günde dünya-
yı devredecek ve yedi kıt’asını ve yetmiş hükûmetini gö-
recek ve gezecek” diye, zuhurundan on asır evvel telgraf,
telefon, radyo, şimendifer, tayyareden mu’cizâne haber
verir.
Hem, deccal, deccallik haysiyetiyle değil, belki gayet
müstebit bir kral sıfatıyla işitilir. Ve gezmesi de, her yeri
aleyhisselâm:
Allah’ın selâmı onun
üzerine olsun.
asr:
yüzyıl.
azamet-i heykel:
heykelin bü-
yüklüğü.
cemaat-i ruhaniye-i mücahidîn:
.
ceride:
gazete.
deccal:
kıyamet zamanına yakın
meydana çıkarak fitne ve fesada
sebep olacağı, İslâmî şeairi tahrip
edeceği, tarihte görülmemiş zu-
lümleri nifakla aldatarak yapaca-
ğı hadis-i şeriflerde belirtilmiş ya-
lancı ve zararlı şahıs.
evvel:
önce.
garp:
batı, batıda kalan bölgeler.
gayet:
son derece.
hâdise:
olay.
harikulâde:
görülmedik derece-
de, olağanüstü, mükemmel.
haysiyet:
itibar.
ilmî:
ilim ile ilgili, ilme dair.
kemiyet:
bir şeyin adet, miktar
ve sayı olarak ifade edilebilen du-
rumu, nicelik.
kıt’a:
yer yüzündeki yedi büyük
kara parçasından her biri, ana ka-
ra.
kinaye:
maksadı, kapalı bir şekil-
de ve dolaylı olarak anlatan söz.
maddî:
madde ile alâkalı; para,
mal vb. şeylerle ilgili.
mektep:
eğitim ve öğretim kuru-
luşu.
mesele:
konu.
mu’cizâne:
mu’cizeli bir şekilde.
müstebit:
istibdatta bulunan, hük-
mü altında bulunanlara söz hakkı
ve hareket serbestliği vermeyen;
zorba, despot.
nispeten:
nispetle, kıyaslayarak.
nur-i iman:
iman nuru, Allah’ın
varlığına, yaratıcılığına inan-
madaki gönül, kalp ve fikir ay-
dınlığı.
rivayet:
Hz. Peygamberden
nakledilen hadis.
sahih:
ravilerin kesintisi bu-
lunmayan bir senetle rivayet
ettikleri, doğruluğu ve Pey-
gamberimize ait olduğu şüp-
he götürmeyen hadis.
şark:
doğu, doğu bölgeleri.
şimendifer:
tren.
tâbi:
birinin arkasından giden,
ona uyan, itaat eden.
tayyare:
uçak.
terakki:
ilerleme, gelişme.
tevil:
yorumlama, yorum.
umum:
bütün.
vasıta-i muhabere:
haberleş-
me vasıtası, aracı.
zuhur:
ortaya çıkma.
1.
Feyzü’l-Kadîr, hadis no: 4249; Mecmaü’z-Zevaid, 8:344; Süyutî, Cem’ü’l-Cevami, hadis no:
10662; Kenzü’l-Ummal, 14:330.
2.
Gaybı Allah’tan başka kimse bilemez.
3.
Kenzü’l-Ummal, 14:330; İşaa, s.127; İbni Ebî Şeybe, Musannef, 7:495-500; İbni Kesîr, Nihaye-
tü’l-Bidaye, 1:106.
4.
En iyi Allah bilir.
B
eŞinci
Ş
ua
| 930 | Şualar