ihbarını, hilâfet-i osmaniye kendi vefatıyla tasdik etmiş.
Bu hadisi başka risalelerde dahi bahsettiğimizden burada
kısa kesiyoruz.
oNdoKuZuNCuMESELE
rivayetlerde,
ahirzamanın alâmetlerinden olan
ve
Âl-i
Beyt-i Nebevîden Hazret-i Mehdînin (radıyallahü anh)
hakkında ayrı ayrı haberler var
. Hatta bir kısım ehl-i ilim
ve ehl-i velâyet, eskide onun çıkmasına hükmetmişler.
(1)
p
ÜGn
ƒ° s
üdÉp
H o
ºn
?r
Yn
G *n
G
, bu ayrı ayrı rivayetlerin bir tevili
şudur ki: Büyük Mehdînin çok vazifeleri var. Ve siyaset
âleminde, diyanet âleminde, saltanat âleminde, cihad
âlemindeki çok dairelerde icraatları olduğu gibi, her bir
asır, me’yusiyet vaktinde kuvve-i maneviyesini teyit ede-
cek bir nevi mehdîye veyahut Mehdînin onların imdadı-
na o vakitte gelmek ihtimaline muhtaç olduğundan, rah-
met-i İlâhiye ile her devirde, belki her asırda bir nevi
mehdî Âl-i Beytten çıkmış, ceddinin şeriatını muhafaza
ve sünnetini ihya etmiş: Meselâ, siyaset âleminde Meh-
dî-i Abbasi ve diyanet âleminde gavs-ı Azam ve Şah-ı
nakşibend ve aktab-ı erbaa ve on iki imam gibi… Büyük
Mehdînin bir kısım vazifelerini icra eden zatlar dahi,
Mehdî hakkında gelen rivayetlerde medar-ı nazar
Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm olduğundan, riva-
yetler ihtilâf ederek, bir kısım ehl-i hakikat demiş: “es-
kide çıkmış.” Her ne ise… Bu mesele risale-i nur’da
ahirzaman:
dünyanın son zama-
nı ve son devresi, dünya hayatı-
nın kıyamete yakın son devresi.
aktab-ı erbaa:
dört büyük kutup
(Abdülkadir-i Geylânî, Ahmed-i Be-
devî, Ahmed-i Kutaî, Seyyid İbra-
him Dessukî).
alâmet:
belirti, işaret, iz.
âlem:
dünya.
aleyhissalâtü vesselâm:
‘salât ve
selâm onun üzerine olsun’ anla-
mında Hz. Muhammed’e dua.
Âl-i Beyt:
Hz. Muhammed’in (a.s.m.)
ailesinden olan, Hz. Muhammed’in
(a.s.m.) ev halkı.
Âl-i Beyt-i Nebevî:
Peygamberi-
mizin (a.s.m.) ailesi ve soyundan
gelenler.
asır:
yüzyıl.
ced:
dede, büyük baba, ata, ana-
nın veya babanın babası.
cihad:
düşmanla savaşma.
devir:
dönem, süresi belli zaman
parçası.
diyanet:
din, dindarlık.
ehl-i hakikat:
hakikati arzulayan-
lar, gerçeği bulup onun peşinden
gidenler; Allah adamı.
ehl-i ilim:
ilim sahipleri, ilim adam-
ları.
ehl-i velâyet:
velî olanlar; eren-
ler, Allah’ın dostluğunu kazanan-
lar, velîlik sıfatını taşıyanlar.
_ah-ı Nakşibendî:
Nakşibendî ta-
rikatinin kurucusu şeyh Muham-
med Bahaüddin.
Gavs-ı azam:
en büyük gavs, Ab-
dülkadir-i Geylânî Hazretlerinin na-
mı.
hadis:
Hz. Muhammed’e (a.s.m.)
ait söz, emir, fiil veya Hz. Pey-
gamberin onayladığı başkasına ait
söz, iş veya davranış.
hilâfet-i osmaniye:
Osmanlılar
dönemindeki hilâfet.
hükmetme:
karar vermek, inan-
ca varmak.
icra:
yürütme, bir işi yerine getir-
me.
icraat:
işler.
ihbar:
haber verme, bildirme.
ihtilâf:
farklı olma, ayrı oluş.
ihtimal:
olabilirlik.
ihya:
canlandırma, diriltme, hayat
verme.
imdat:
yardım.
kuvve-i manevîye:
manevî güç,
moral.
medar-ı nazar:
göz önünde bu-
lundurulması gereken.
Mehdî:
hadislere göre ahirzaman-
da tevhidi esas alarak imanı mu-
hafaza edip İslâmiyeti hurafe-
lerden ve bid’alardan arındı-
rarak zamanın anlayışına gö-
re yenileyecek olan âlim ve
önder zat.
meselâ:
örneğin.
mesele:
konu.
me’yusiyet:
ümitsizlik.
muhafaza:
koruma.
nevi:
çeşit, tür.
radıyallahü anh:
Sahabe ve-
ya İslâm büyüklerinin adı geç-
tiğinde söylenilen “Allah on-
dan razı olsun” manasında dua.
Tek erkek için söylenir.
rahmet-i İlâhîye:
Allah’ın son-
suz rahmeti, İlâhî rahmet.
rivayet:
Hz. Peygamberden
nakledilen hadis.
saltanat:
sultanlık, padişahlık,
hükümdarlık.
siyaset:
hükümet etme, dev-
let idaresi, politika.
sünnet:
adet, yol, davranış.
şeriat:
takip edilmesi gereken
açık ve doğru yol, büyük ve
geniş cadde.
tasdik:
bir şeyin veya kimse-
nin doğruluğuna kesin olarak
hükmetme.
tevil:
yorumlama, yorum.
teyit:
kuvvetlendirme, sağ-
lamlaştırma.
vazife:
görev.
vefat:
ölme.
zat:
kişi, şahıs.
1.
Doğrusunu en iyi Allah bilir.
B
eŞinci
Ş
ua
| 932 | Şualar