oNuNCuMESELE
rivayetlerde,
eşhas-ı ahirzamanın fevkalâde iktidarla-
rından bahsedilmiş.
(1)
$G n
ór
æp
Y o
ºr
?p
©r
dGn
h
bunun tevili şudur ki: o şahısların tem-
sil ettikleri manevî şahsiyetin azametinden kinayedir. Bir
vakit rusya’yı mağlûp eden japon Başkumandanının su-
reti, bir ayağı Bahr-i Muhitte, diğer ayağı port Arthur
kal’asında olarak gösterildiği gibi; şahs-ı manevînin deh-
şetli azameti, o şahsiyetin mümessilinde, hem o mümes-
silin büyük heykellerinde gösteriliyor. Amma fevkalâde
ve harika iktidarları ise, ekser icraatları tahribat ve müş-
tehiyat olduğundan, fevkalâde bir iktidar görünür. Çün-
kü, tahrip kolaydır. Bir kibrit bir köyü yakar. Müştehiyat
ise, nefisler taraftar olduğundan, çabuk sirayet eder.
oNBiriNCiMESELE
rivayette var ki: “
Ahirzamanda bir erkek kırk kadına
nezaret eder
.”
(2)
(3)
p
ÜGn
ƒ° s
üdÉp
H o
ºn
?`r
Yn
G *n
G
, bunun iki tevili var:
Birisi
: o zamanda meşru nikâh azalır veya rusya’daki
gibi kalkar. Bir tek kadına bağlanmaktan kaçıp başıboş
kalan, kırk bedbaht kadınlara çoban olur.
İkinci tevili
: o fitne zamanında, harblerde erkeklerin
çoğu telef olmasından, hem bir hikmete binaen ekser
Şualar | 925 |
B
eŞinci
Ş
ua
harika:
olağanüstü.
harb:
savaş, cenk, devletler ara-
sında meydana gelen kanlı ve si-
lâhlı kavga.
hikmet:
İlâhî gaye, gizli sebep,
fayda.
icraat:
işler.
iktidar:
güç, idareyi elinde bulun-
durma.
kal’a:
büyük hisar.
kutb-i şimalî:
Kuzey Kutbu.
mağlûp:
yenilmiş, kendisine galip
gelinmiş, yenilen kimse.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
mesele:
konu.
meşru:
şeriata uygun, şeriatın mü-
saade ettiği şey.
mümessil:
temsil eden, temsilci.
müştehiyat:
iştahlılar, istekliler.
nefis:
kötü vasıfları kendisinde
toplayan, hayırlı işlerden alıkoyan
güç.
nezaret:
gözetme, bakma.
nikâh:
evlenme.
rivayet:
Hz. Peygamberden nak-
ledilen hadis.
sirayet:
birinden diğerine geçme,
bulaşma.
suret:
biçim, tarz, görünüş.
şahs-ı manevî:
manevî şahıs, belli
bir kişi olmayıp bir cemaatten
meydana gelen manevî şahıs.
şahsiyet:
kişilik.
tahribat:
tahripler, yıkıp bozma-
lar.
tahrip:
harap etme, yıkma, boz-
ma.
taraftar:
benimseyen, isteyen.
telef:
yok olma, öldürülme.
temsil:
birinin, bir topluluğun adı-
na hareket etme.
tevil:
yorumlama, yorum.
ahirzaman:
dünyanın son za-
manı ve son devresi, dünya
hayatının kıyamete yakın son
devresi.
allahü a’lem bissavab:
Allah
daha iyi bilir, Allah doğrusunu
en iyi bilir.
amma:
ama, lâkin, ancak.
azamet:
büyüklük.
Bahr-i Muhit:
Büyük Okya-
nus.
başkumandan:
başkomutan,
bir devletin silâhlı kuvvetleri-
nin en yüksek rütbelisi.
bedbaht:
bahtsız, tâli’siz, za-
vallı.
binaen:
-den dolayı, bu se-
bepten.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
ekser:
pek çok.
eşhas-ı ahirzaman:
ahirzaman
şahısları, ahirzaman nesli,
ahirzamanda yaşayan kimse-
ler.
fevkalâde:
olağanüstü.
fitne:
karışıklık, bozgunculuk,
azgınlık.
1.
Gerçek bilgi ancak Allah’ın katındadır. (Mülk Suresi: 26.)
2.
Buharî, 1:31, 2:136, 7:47-48, 8:203; Müslim, hadis no: 58; İbniMâce, 36:25; Müsned, 3:98,
120...
3.
Doğrusunu en iyi Allah bilir.