Hem, deccalin rejimine ve teşkil ettiği komitesine ve
hükûmetine ait garip hâlleri ve dehşetli icraatı, onun şah-
sıyla münasebettar rivayet edilmesi cihetiyle manası giz-
lenmiş. Meselâ, “
O kadar kuvvetlidir ve devam eder; yal-
nız Hazret-i İsa (
As
) onu öldürebilir, başka çare olamaz
”
(1)
rivayet edilmiş. Yani, onun mesleğini ve yırtıcı rejimi-
ni bozacak, öldürecek ancak semavî ve ulvî halis bir din
İsevîlerde zuhur edecek. Ve hakikat-i kur’âniyeye iktida
ve ittihat eden bu İsevî dinidir ki, Hazret-i İsa Aleyhisse-
lâmın nüzulü ile, o dinsiz meslek mahvolur, ölür. Yoksa,
onun şahsı bir mikrop, bir nezle ile öldürülebilir.
Hem, bir kısım ravilerin kabil-i hata içtihatlarıyla olan
tefsirleri ve hükümleri, hadis kelimelerine karışıp, hadis
zannedilir; mana gizlenir, vakıa mutabakatı görünmez,
müteşabih hükmüne geçer.
Hem, eski zamanda, bu zaman gibi, cemaatin ve ce-
miyetin şahs-ı manevîsi inkişaf etmediğinden ve fikr-i in-
firadî galip olduğundan, cemaatin sıfât-ı azîmesi ve büyük
harekâtı, o cemaatin başında bulunan şahıslara verildiği
cihetiyle, o şahıslar, harika ve küllî sıfatlara lâyık ve mu-
vafık olmak için, yüz derece cisminden ve kuvvetinden
büyük bir acube cisim ve müthiş bir heykel ve çok harika
bir kuvvet ve iktidar bulunmak lâzım geldiğinden, öyle tas-
vir edilmiş. Vakıa mutabakatı görünmüyor ve o rivayet
müteşabih olur.
Hem, iki deccalin sıfatları ve hâlleri ayrı ayrı olduğu
hâlde, mutlak gelen rivayetlerde iltibas oluyor; biri, öteki
zannedilir.
acube:
hayret olunacak, pek aca-
yip, pek garip olan.
aleyhisselâm:
Allah’ın selâmı onun
üzerine olsun.
cemaat:
topluluk, aralarında çe-
şitli bağlar bulunan insanlar top-
luluğu.
cemiyet:
manevî birlik teşkil eden
topluluk.
cihet:
yön.
deccal:
kıyamet zamanına yakın
meydana çıkarak fitne ve fesada
sebep olacağı, İslâmî şeairi tahrip
edeceği, tarihte görülmemiş zu-
lümleri nifakla aldatarak yapaca-
ğı hadis-i şeriflerde belirtilmiş ya-
lancı ve zararlı şahıs.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
fikr-i infiradî:
tek başına olmak
fikri, ferdiyetçilik düşüncesi.
hadis:
Hz. Muhammed’e (a.s.m.)
ait söz, emir, fiil veya Hz. Pey-
gamberin onayladığı başkasına ait
söz, iş veya davranış.
hakikat-i Kur’âniye:
Kur’ân’ın ha-
kikati, Kur’ân’ın ifade ettiği ger-
çek.
halis:
samimî, her amelini yalnız
Allah rızası için işleyen.
harekât:
hareketler, davranışlar;
tutumlar.
hükmüne:
yerine, değerine.
hüküm:
bir dâvanın veya bir me-
selenin tetkik edilmesinden son-
ra varılan karar.
içtihat:
din âlimlerinin şer’î esas-
lar dahilinde Kur’ân ve sünnete
uygun şekilde bir konuda fikir or-
taya koymaları, hüküm vermele-
ri.
iktida:
tabi olma, uyma.
iktidar:
güç, idareyi elinde bulun-
durma.
iltibas:
birbirine benzeyen şeyleri
şaşırıp karıştırma, birisini öteki
zannetme.
inkişaf:
ortaya çıkma, keşfolun-
ma; gelişme.
İsevî:
Hz. İsa’nın dininden olanlar.
ittihat:
birleşme, birlik oluşturma.
kabil-i hata:
hata yapabilen.
komite:
encümen, kurul, komis-
yon.
küllî:
umumî, genel, bütün olan.
mahv:
yok olma, ortadan kalk-
ma, batma.
meslek:
gidiş, tutulan yol, sistem.
mutabakat:
uyma, uygunluk, bir-
birini tutma.
mutlak:
kesin.
muvafık:
uygun, münasip.
münasebettar:
ilgili, alâkalı, bir
şeye uygun ve yakın olan.
müteşabih:
manası açık olmayan,
mecazî manaya elverişli olan
ayet ve hadisler.
müthiş:
dehşet veren, ürkü-
ten, dehşetli, korkunç.
nüzul:
inme, iniş, gökten dün-
yaya geliş.
ravi:
hadis ve haberi başkala-
rına aktaran kimse, Hz. Pey-
gamberden işittiği hadisi baş-
kalarına aktaran kimse.
rejim:
idarede tutulan yol, yö-
netme tarzı, düzenleme biçi-
mi.
rivayet:
Hz. Peygamberin ha-
dislerinin nakledilmesi.
semavî:
Allah tarafından olan,
İlâhî.
sıfat-ı azîme:
büyük sıfat.
şahs-ı manevî:
manevî şahıs,
belli bir kişi olmayıp bir ce-
maatten meydana gelen ma-
nevî şahıs.
tasvir:
bir şeyi yazıyla veya
başka ifade tarzlarıyla anlat-
ma.
tefsir:
açıklama, izah.
teşkil:
oluşturma, şekillendir-
me.
ulvî:
yüksek, yüce; manevî,
ruhanî.
vakıa:
vuku bulan, olan şey.
zuhur:
görünme, belli olma,
ortaya çıkma.
1.
Kenzü’l-Ummal, 14:334; Tirmizî, Fiten: 62; EbuDavud, Melâhim: 14; Müsned, 3:420, 4:226; Hâ-
kim, Müstedrek, 4:529, 530.
B
eŞinci
Ş
ua
| 918 | Şualar