hayret ediyorum. İşte bu hayretle diyorum ki: Böyle suç
olmaz. olsa olsa kur’ân ve dolayısıyla risale-i nur’un gizli
düşmanları adliye ve zabıtaya evham verip, bizleri böyle
hapislere doldurmaya sebep oluyorlar. elbette yüksek hâ-
kimler bu hakikatleri görecekler ve ellerini vicdanlarına
koyup ebedî ve İlâhî çok müjdeleri bulunan adaletli karar-
larını verecekler ve vatanın dört köşesinde alâka ile bek-
leyen Müslüman türk milletini kendilerine minnettar bı-
rakacaklardır.
Afyon Ceza evinde Mevkuf
İnebolulu
İbrahim Fakazlı
®
Şualar | 911 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
zab
ıta: şehir güvenliğini sağlamak-
la vazifeli bulunan idare, polis.
adalet:
her hak sahibine hak-
kının tam ve eksiksiz verilme-
si, düzenli ve dengeli oluş.
adliye:
mahkeme, yargılama
işleriyle uğraşan daire.
alâka:
ilgi, ilişki. bağ.
beraat:
temize çıkma; bir da-
vanın neticesinde suçsuz ol-
duğu anlaşılma.
ebedî:
sonu olmayan, daimî,
sürekli.
evham:
vehimler, zanlar, kuş-
kular, esassız şeyler, kuruntu-
lar.
hakikat:
gerçek, esas.
heyet-i hâkime:
hâkimler he-
yeti, hâkimler kurulu.
iade:
geri verme.
iddia makam
ı: mahkemede
bir hakkın sabit olduğunu da-
va eden, savcı.
İlâhî:
Allah’la ilgili, Cenab-ı Hak-
ka dair.
isnat:
dayandırma, mal etme,
bir şeyi bir kimseye ait gös-
terme.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası,
tabiatı, niteliği.
maksat:
gaye.
mevkuf:
tevkif edilmiş, hap-
sedilmiş, tutuklu.
mevzu:
konu.
minnettar:
bir iyiliğe karşı te-
şekkür duygusu içinde olan.
muhterem:
saygı değer, hür-
mete lâyık, saygın.
talebe:
öğrenci.
talep:
isteme, dileme.
vesile:
aracı, vasıta.
vicdan:
insanın içindeki iyiyi
kötüden ayırabilen ve iyilik
etmekten lezzet duyan ve kö-
tülükten elem alan manevî bir
his.