veya temin edivermeyi bir suç zannetmiyorum. Çünkü,
hiçbir yerde nur talebelerinin vatan ve millete ve idare-
ye zararlı bir hâdiseye katıldıkları görülmemiş ve zabıtaca
kaydedilmemiştir. Ve aynı zamanda, “okunup ve okutul-
masında gizlilik var” diye ileri sürülecek bir gizli cemiyet
şüphesi uyanması ise, çok yersizdir. Çünkü, nur talebe-
lerinin gerek ilmî ve gerekse siyasî gizli veya meydanda
hiçbir cemiyet ile alâkaları yoktur. Hatta, aynı isnatlarla
birkaç sene evvel Bediüzzaman’la beraber çok kimseler
denizli Ağır Ceza Mahkemesine verilip muhakeme edil-
dikleri ve çok inceden inceye tahkik ve ta’mik edildiği va-
kit bütün risaleler dâhil olduğu hâlde hep beraber beraat
etmişlerdir. Müellifi ve eserleri beraat eden bir telifatı oku-
mayı ve okutmayı, devlet emniyetini ihlâl ve rejime hıya-
net gibi çok ağır bir cürme delil ve sebeb-i itham olarak
göstermek, ne derece icab-ı adalettir bilmiyorum; vicdan-
larınıza havale ediyorum!..
2.
Hem, Bayezit’ten bilmediğim bir kimse tarafından,
ben mevkuf iken gönderilen bir risale de sebeb-i ithamım
arasındadır. Bu risaleyi görmedim. İçindekilerden bîhabe-
rim. eğer risale-i nur ise kabul ediyorum. sizler sorun
cevap vereyim. Yalnız iddianamede savcının mehdîlikten
bahsettiğini öğrendim. Hâlbuki üstadım bu gibi isnatlar-
dan müberradır. Böyle bir şeyi lisanından duymadığımız
gibi, eserlerinde de görmedik. Ve talebelerini her fırsatta
şahsına hürmet ve tazimden ve makam vermekten me-
netmiş ve tazimkârâne mektup yazanları dahi takbih
Şualar | 903 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
mâni olma.
mevkuf:
tevkif edilmiş, hapsedil-
miş, tutuklu.
muhakeme:
bir dava ile ilgili ta-
rafların hâkim huzuruna çıkmaları,
duruşma.
müberra:
temize çıkmış, aklanmış;
müstesna, azade.
müellif:
eser telif eden, yazan.
rejim:
idarede tutulan yol, yö-
netme tarzı, düzenleme biçimi.
sebeb-i itham:
suçlama sebebi.
siyasî:
siyasetle ilgili, siyasete ait.
ta’mik:
inceden inceye araştırma,
derinliğine araştırma.
tahkik:
inceleme, araştırma.
talebe:
öğrenci.
tazim:
hürmet, ululama, saygı
gösterme.
tazimkârâne:
hürmette buluna-
rak.
telifat:
telifler, kaleme alınan eser-
ler, yazılanlar.
temin:
sağlama.
vicdan:
insanın içindeki iyiyi kö-
tüden ayırabilen ve iyilik etmek-
ten lezzet duyan ve kötülükten
elem alan manevî bir his.
zabıta:
şehir güvenliğini sağla-
makla vazifeli bulunan idare, po-
lis.
alâka:
ilgi, ilişki. bağ.
beraat:
temize çıkma; bir da-
vanın neticesinde suçsuz ol-
duğu anlaşılma.
bîhaber:
habersiz, bilgisiz.
cemiyet:
topluluk, birlik.
cürüm:
hata, suç, kanun hilâ-
fına hareket.
dâhil:
girme, içinde olma.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, bürhan.
emniyet:
güvenlik, kanun ve
nizam hâkimiyetinin sağlan-
ması.
evvel:
önce.
hâdise:
olay.
havale:
bir şeyi başkasının üs-
tüne bırakma.
hürmet:
riayet, ihtiram, saygı.
hıyanet:
hainlik, kendine olan
güveni kötüye kullanma.
icab-ı adalet:
adaletin gereği.
idare:
yönetim, memleket iş-
lerinin yürütülmesi.
iddianame:
iddia yazısı, sav-
cının bir dava konusundaki id-
dialarını toplamış olduğu, isnat
ettiği suç ve delilleri de içine
alan yazısı.
ihlâl:
bozma, zarar verme.
ilmî:
ilim ile ilgili, ilme dair.
isnat:
dayandırma, mal etme,
bir şeyi bir kimseye ait gös-
terme.
lisan:
dil.
makam:
büyük memuriyet,
mevki.
Mehdî:
hadislere göre ahirza-
manda tevhidi esas alarak
imanı muhafaza edip İslâmi-
yeti hurafelerden ve bid’alar-
dan arındırarak zamanın anla-
yışına göre yenileyecek olan
âlim ve önder zat.
men:
yasak etme, engelleme,