Şualar - page 898

içtimaî, edebî dersleriyle, her Müslim okuyucusunu kur-
tardığı gibi beni de kurtaran risale-i nur külliyatını oku-
mak; ve benim bu eserleri okuduğumu bilen ve işiten va-
tandaşlarımın tehzib-i ahlâk etmek için benden musırrâ-
ne istemeleri üzerine onlara risale vermek; ve dolayısıyla
serserileşmiş ve serserileşmek ve vatan ve millete muzır
bir hâle gelmek istidadını gösteren fertleri bu risalelerle,
bu nurların müessir telkinatlarıyla kurtarıp beşeriyete fay-
dalı birer insan olmalarını hadim ve vesile olan ve mem-
leketimizde de sirayeti ve salgını görülen ve bütün dün-
yayı titreten kızıl veba komünizm tehlikesine karşı dinî ve
müessir telkinatı bakımından manevî bir mücahit olan Be-
diüzzaman, takdir ve tebcile lâyık kudsî ve manevî müca-
hedesinin nurlu ve müessir silâhı olan ve yirmi senede yir-
mi bin ve belki çok fazla adamı vatan ve millete faydalı
bir hâle sokmaya vesile olan nur risalelerini okutmak ne
derece şahsım için bir suç mevzuu ve müellif-i muhtere-
mi için sebeb-i itham olabilir? Vicdanınıza soruyorum.
2.
savcılık makamının, “mevzudur” diye gayr-i ilmî id-
dia ettiği hadisin, hadis kitaplarında sahih olduğu; hadis
âlimlerinin kabulüyle ve hürriyetten evvel Meşrutiyet
devri ulemasına japonya’nın ve İngiltere Anglikan
kilisesinin sorduğu sualler münasebetiyle, o devrin allâ-
meleri olan İstanbul âlimleri, “bediüzzaman” olan müel-
lif-i muhtereme sorarak, şimdi ismi “Beşinci Şua” olan
eserde görülmekte olan o zamanki bu hadisin tevilen
ahlâkî:
ahlâkla ilgili, ahlâka ait.
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim adamı.
allâme:
pek çok konuda ihtisas
sahibi büyük bilgin, ilmî seviyesi
çok yüksek olan âlim, üstad-ı
azam.
anglikan:
İngiliz Kilisesi.
beşeriyet:
beşerîlik, insanlık.
edebî:
edebiyatla ilgili, edebiyata
ait.
evvel:
önce.
faide:
fayda.
gayr-i ilmî:
ilim dışı, ilme dayan-
mayan, ilmî olmayan.
hadim:
hademe, hizmetçi.
hadis:
Hz. Muhammed’e (a.s.m.)
ait söz, emir, fiil veya Hz. Peygam-
berin onayladığı başkasına ait söz,
iş veya davranış.
içtimaî:
topluluğa ait, toplumla il-
gili, toplumsal.
iddia:
davaya kalkışma, dava
etme.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
komünizm:
bütün malların ortak-
laşa kullanıldığı ve özel mülkiyetin
olmadığı iddiasında bulunan dü-
zen.
kudsî:
mukaddes, yüce.
lâyık:
uygun, yakışır, münasip.
makam:
büyük memuriyet,
mevki.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
meşrutiyet:
Osmanlılarda 1876
Anayasasıyla başlayan, 1908 de-
ğişikliğiyle devam eden hukukî ve
siyasî döneme verilen ad.
mevzu:
yalancıların uydurduğu ve
hadis diye Peygamberimize isnat
ettiği haberler, uydurma hadisler.
musırrâne:
ısrar ve inatla, ısrarlı
bir şekilde.
muzır:
zararlı, zarar veren.
mücahede:
savaşma, mücadele.
mücahit:
cihad eden, din uğruna
din düşmanlarıyla, Allah rızası için
ve Allah’ın adını yüceltmek gaye-
siyle savaşan.
müellif-i muhterem:
saygıde-
ğer, muhterem müellif, saygı-
değer yazar.
müessir:
tesirli.
münasebet:
vesile, … -dan do-
layı.
müslim:
İslâm dininden olan,
Müslüman.
nurlu:
ışıklı, parıltılı.
sahih:
ravilerin kesintisi bu-
lunmayan bir senetle rivayet
ettikleri, doğruluğu ve Pey-
gamberimize ait olduğu şüphe
götürmeyen hadis.
sebeb-i itham:
suçlama se-
bebi.
sirayet:
birinden diğerine
geçme, bulaşma.
sual:
soru.
takdir:
kıymet verme, be-
ğenme.
tebcil:
yüceltme, ululama, bi-
risine tazim etme, saygı gös-
terme.
tehzib-i ahlâk:
ahlâkı güzel-
leştirme; kötü huyları giderme.
telkinat:
telkinler, fikir aşıla-
malar.
tevilen:
tevil yoluyla, anlaşıl-
ması zor olan ayet ve hadis-
lerde ne kasıt edildiğini ve ince
manalarını bildirerek.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim
sahipleri.
veba:
hasta sıçanlardan insan-
lara geçen bir mikrobun oluş-
turduğu, bulaşıcı ve öldürücü
hastalık, taun, yumurcak.
vesile:
aracı, vasıta.
vicdan:
insanın içindeki iyiyi
kötüden ayırabilen ve iyilik et-
mekten lezzet duyan ve kö-
tülükten elem alan manevî bir
his.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 898 | Şualar
1...,888,889,890,891,892,893,894,895,896,897 899,900,901,902,903,904,905,906,907,908,...1581
Powered by FlippingBook