ilim adamını aynı iftiralardan birkaç mahkeme teberri et-
tirdiği hâlde, aynı mevzularla zan altına alıp kimsesiz ve
çok ihtiyar ve münzevi olduğu hâlde tevkif ve tecrit ede-
rek taht-ı muhakemeye alıp bizim de bu ilmî nokta-i na-
zarımızı ve imanımızı kurtarmak için çalışmalarımızı bir
suç telâkki edip, onu güya devletin emniyetini ihlâl suçu-
na delil ve bürhan göstermek hangi vicdanın âdilâne ka-
rarıdır? Mahkemenizden soruyorum, vicdanınıza bırakı-
yorum.
3.
“Bediüzzaman’ın resimlerini mukaddes bir şey imiş
gibi taşımak ve mektubatını toplamak ve mektuplaşmak”
diye olan sebeb-i ittihama gelince:
Hayat-ı maneviye ve bâkiyemi idamdan kurtarmaya
ve maddî hayatın lezzet ve saadetini tattırmaya ve benim
gibi binlerle fertlerin imanlarının kurtulmasına eserleriy-
le vesile olan bir âlim-i küll ve bir müellif-i muhteremin,
değil basit bir resmini taşımak, altın ve mücevheratla süs-
leyerek taşımak ve ona tebrik ve mektup göndermek ve
onu sevenlerle tanışmak, beşeriyetin her ferdi gibi benim
de bir hakkımdır. Bu hukukumun bir suç konusu olaca-
ğını zannetmiyor ve son söz olarak diyorum ki: Vatan ve
millete ve insanlık camiasına hizmet edebilmek için, [Ha-
kîm kimdir? Başına gelen.] fehvasınca iki vilâyetin ve bir-
çok kazaların zabıtasının dahi şahadet edebileceği şekil-
de; serserilikten, şahıslarını bu nur risaleleriyle kurtarıp
başkalarını da kurtarmaya vesile olan nur Şakirtlerinin
uzun senelerden beri bu vatan ve millete, bu vatandaki
idareye yaptıkları vatanî hizmet binlerle kişilik zabıta
âdilâne:
adaletli olana yakışır bir
surette, doğrulukla, âdilcesine.
âlim-i küll:
Her şeyi bilen, her çe-
şit ilimde ileri bilgi sahibi olan.
beşeriyet:
beşerîlik, insanlık.
camia:
topluluk, cemiyet, zümre.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, bürhan.
elyak:
daha (en) lâyık olan.
emniyet:
güvenlik, kanun ve ni-
zam hâkimiyetinin sağlanması.
fehva:
mana, anlam, mefhum, de-
yim.
güya:
sanki.
hakîm:
hikmet sahibi; tecrübeli,
bilgili.
hayat-ı bâkiye:
bâkî olan, sonsuz
hayat, ahiret hayatı.
hayat-ı maneviye:
manevî hayat,
iman ile geçmiş zaman ve gelecek
zaman ve ahiret âlemlerine kadar
uzanan manevî hayat.
hukuk:
haklar.
idam:
yok olma.
idare:
memleket işlerinin yürütül-
mesi, çekip çevirilmesi.
iftira:
aslı olmadan birine suç yük-
leme, olmayan bir suçu başkasına
yükleme.
ihlâl:
bozma, zarar verme.
ilmî:
ilim ile ilgili, ilme dair.
iman:
inanç, itikat.
kaza:
ilçe.
maddî:
madde ile alâkalı, cismanî.
mektubat:
mektuplar, yazılı şey-
ler, yazılar.
mevzu:
konu.
mukaddes:
takdis edilmiş,
kutsal, aziz, temiz.
mücevherat:
mücevherler, el-
mas, yakut, zümrüt v.b. süs
taşlarıyla süslenmiş ziynet eş-
yaları.
müellif-i muhterem:
saygıde-
ğer, muhterem müellif, saygı-
değer yazar.
münzevi:
inzivaya çekilen, kö-
şeye çekilmiş, yalnız.
nokta-i nazar:
görüş açısı, ba-
kış açısı; görüş, fikir.
saadet:
mutluluk.
sebeb-i ittiham:
suçlanma, it-
ham edilme sebebi.
şahadet:
şahit olma, şahitlik,
tanıklık.
şakirt:
talebe, öğrenci.
taht-ı muhakeme:
soruş-
turma ve gözetim altına al-
mak.
teberri:
aklanma, temiz olma,
arınma.
tecrit:
bir kişinin başka bir in-
san veya nesneyle olan ilişki-
sini kesme.
telâkki:
kabul etme, bir gö-
rüşle bakma.
tevkif:
cezaî tahkikat sıra-
sında, zanlının mahkeme ka-
rarına kadar geçici olarak hap-
sedilmesi; tutuklama.
vatanî:
vatanla alâkalı, vatanla
ilgili, vatana ait.
vesile:
aracı, vasıta.
vicdan:
insanın içindeki iyiyi
kötüden ayırabilen ve iyilik et-
mekten lezzet duyan ve kö-
tülükten elem alan manevî bir
his.
vilâyet:
il.
zabıta:
şehir güvenliğini sağ-
lamakla vazifeli bulunan idare,
polis.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 900 | Şualar