haLiLçaLIşKaN’INMÜdafaaSIdIr
Afyon Ağır Ceza Mahkemesine!
Muhterem heyet-i hâkime! Makam-ı iddia tarafından
bana tebliğ edilen iddianamede, üstadım efendime hiz-
metimi büyük bir suç olarak gösteriyor. Bin dokuz yüz
kırk dört yılında teşrif ederek dört seneden beri kazamız-
da misafireten ikamet buyuran ve kendileri kırk seneden
beri bütün dünya lezzetini ve istirahatini terk edip, sırf
iman ve İslâmiyet’e ve hususan vatanımızda iman ve ahi-
ret yolunda Müslümanların saadet-i ebediyelerini kurtar-
maya çalışan ve bilhassa Müslüman ve türk olan milleti-
miz arasında dinimize çok zarar veren, maddî ve manevî
zararı pek çok olan Bolşevikliğin muzır fikirlerinin millet
arasına girmesi ve buna benzer vatan ve millete zararlı
olan şeylere risale-i nur’un imanî ve ahlâkî olan dersle-
riyle set çeken ve bütün dünya âlimleri tarafından tahsin
ve takdire lâyık olan risale-i nur’a ve üstadıma müftehi-
râne üç sene ara sıra hizmetim adalet huzurunda bir suç
mu teşkil ediyor? Ve bu hususta yine suç olarak gösteri-
len, hizmet için terziliğimi de terk ettiğimi yazıyor ki, böy-
le hak ve hakikat ve kur’ân-ı kerîm’in hakikî bir tefsiri
olan risale-i nur’a ve üstadıma canımı dahi feda etsem,
büyük bir suç sayılıp vatan haini olarak mı tanınırım; siz-
den soruyorum?
sayın reis Bey, risale-i nur’un bir kısım parçalarını
okudum ve yazdım. Cenab-ı Hakka hadsiz şükrolsun ki,
öteden beri kalbimde yaşayan ilme karşı fevkalâde bir
adalet:
her hak sahibine hakkının
tam ve eksiksiz verilmesi, düzenli
ve dengeli oluş.
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
ahlâkî:
ahlâkla ilgili, ahlâka ait.
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim adamı.
bilhassa:
özellikle.
bolşeviklik:
Rus komünizmi taraf-
tarlığı.
feda:
uğruna verme, kurban olma.
fevkalâde:
olağanüstü.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hain:
hıyanet eden, arkadan vu-
ran, iyiliği kötülükle karşılık veren.
hâk:
doğru, gerçek, hakikat.
hakikat:
gerçek.
hakikî:
gerçek.
heyet-i hâkime:
hâkimler heyeti,
hâkimler kurulu.
hususan:
bilhassa, özellikle.
iddianame:
iddia yazısı, savcının
bir dava konusundaki iddialarını
toplamış olduğu, isnat ettiği suç
ve delilleri de içine alan yazısı.
ikamet:
oturma, bir yerde kalma.
iman:
inanç, itikat.
imanî:
imana ait olan, imana dair
olan, imanla ilgili.
istirahat:
dinlenme, rahat-
lama.
kaza:
ilçe.
Kur’ân-ı Kerîm:
Kur’ân; Hz.
Muhammed’e vahiyle indirilen
en son İlâhî kitap.
lâyık:
uygun, yakışır, müna-
sip.
maddî:
madde ile alâkalı, cis-
manî.
makam-ı iddia:
mahkemede
bir hakkın sabit olduğunu
dava eden, savcı.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
misafireten:
misafir olarak.
muhterem:
saygı değer, hür-
mete lâyık, saygın.
muzır:
zararlı, zarar veren.
müdafaa:
savunma.
müftehirâne:
iftiharla, iftihar
ederek, övünerek, gururlu bir
şekilde.
reis:
başkan.
saadet-i ebediye:
sonu olma-
yan, sonsuz mutluluk.
set:
mâni, perde, engel.
şükür:
Allah’ın nimetlerine
karşı memnunluk gösterme,
gerek dil ile gerekse hâl ile Al-
lah’ı hamd etme.
tahsin:
beğenme, güzel bul-
ma.
takdir:
kıymet verme, be-
ğenme.
tebliğ:
resmî bir yazıyı, kararı
halka veya ilgililere duyurma.
tefsir:
Kur’ân’ın mana bakı-
mından izahı, açıklaması.
teşkil:
oluşturma, şekillen-
dirme.
teşrif:
şereflendirme; büyük
birinin bir yere gitmesi veya
bir yerden gelmesi.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 906 | Şualar