etmiştir. Bizler kendisini hubb-i câhtan müberra, zama-
nın en yüksek bir âlimi ve bir ilm-i tahkik hocası olarak
biliyoruz.
Mevkuf
Hıfzı Bayram
FAEB
EMirdağLIMuSTafa’NINMÜdafaaSIdIr
Afyon Ağır Ceza Mahkemesine!
Makam-ı iddianın, üstadım Bediüzzaman’ın mevhum
suçuna beni iştirak ettirmesine karşı kısaca derim ki:
İntisabımdan zerre kadar pişman olmayarak üstadıma
ve risale-i nur’a yaptığım hizmetim, ancak bir derya ka-
dar lütuf ve ihsana karşı bir damla ile mukabele gibidir.
nasıl ki gayet kıymettar elmas hazinelerine sahip olmak
yolunda küçük cam parçaları tereddütsüz feda edilirse;
ebedî hayatımı kurtarmaya vesile olan risale-i nur uğrun-
da hayatımı feda etmeye her an hazırım. Uhrevî ve dün-
yevî hadsiz menfaatleri tahakkuk eden risale-i nur’dan,
fânî ve ehemmiyetsiz hapislerin ve sıkıntıların hatırı için,
kısa ve dağdağalı hayat-ı dünyeviyeye zarar gelmemek
için, o menfaat-i azîmeyi terk etmek, risale-i nur’a ve
üstadıma karşı durgunluk göstermek, o mübarek üsta-
da, o kudsî allâme-i zamana ve onun bir tek gayesi olan
iman ve kur’ân’a büyük bir ihanet olduğunu biliyorum.
Ve onun izin ve emrinden zerre kadar hilâf-ı hareket et-
mek istemiyorum.
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim adamı.
allâme-i zaman:
zamanın allâ-
mesi, zamanın ilmî seviyesi en
yüksek olan büyük âlimi.
dağdağa:
gürültü, beyhude telâş
ve ıztırap.
derya:
deniz.
dünyevî:
dünyaya ait.
ebedî:
sonu olmayan, daimî, sü-
rekli.
ehemmiyetsiz:
önemsiz.
elmas:
çok kıymetli bir mücevher.
fânî:
ölümlü, geçici.
feda:
gözden çıkarma, uğruna
verme.
gayet:
son derece.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hayat-ı dünyeviye:
dünyaya ait
olan hayat.
hazine:
zengin ve değerli kaynak.
hilâf-ı hareket:
hareketin ters
olması.
hubb-i câh:
makam sevgisi,
rütbe ve mevki sevgisi ve
bunlara karşı gösterilen aşırı
hırs.
ihanet:
hainlik, kötülük etme.
ihsan:
bağışlama, ikram etme,
lütuf.
ilm-i tahkik:
.
iman:
inanç, itikat.
intisap:
mensup olma, bağ-
lanma, bir kimseye mensup-
luk.
iştirak:
katılma, ortak olma.
kudsî:
mukaddes, yüce.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
lütuf:
güzellik, hoşluk, iyilik,
ihsan.
makam-ı iddia:
mahkemede
bir hakkın sabit olduğunu
dava eden, savcı.
menfaat:
fayda.
menfaat-i azîme:
büyük
menfaat, fayda.
mevhum:
hakikatte olmayan,
vehim ve hayal ürünü olan.
mevkuf:
tevkif edilmiş, hap-
sedilmiş, tutuklu.
mukabele:
karşılık verme,
karşılama.
mübarek:
feyizli, bereketli,
kutlu.
müberra:
temize çıkmış, ak-
lanmış; müstesna, azade.
müdafaa:
savunma.
takbih:
çirkin görme, ayıp-
lama, kınama.
tereddüt:
kararsızlık, şüphede
kalma.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete
ait, ahiret âlemiyle ilgili.
vesile:
aracı, vasıta.
zerre:
pek ufak parça, en kü-
çük parça.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 904 | Şualar