Şualar - page 908

MuSTafagÜL’ÜNMÜdafaaSIdIr
Afyon Ağır Ceza Mahkemesine
Ben gizli bir cemiyete dâhil değilim. zaten üstadım Be-
diüzzaman said nursî Hazretleri de öyle bir cemiyet kur-
mamıştır. Bizlere her zaman kur’ân hakikatlerinden ders
vermiş, siyasetle alâkadar olmamızı şiddetle menetmiştir.
Yalnız büyük üstat said nursî Hazretlerinin talebesiyim;
ona ve risale-i nur’a bütün ruhucanımla bağlıyım. risa-
le-i nur ve üstadım için bana verilecek her türlü cezaya
razıyım. üstadım, eserleriyle benim imanımı ve ahiret ha-
yatımı kurtarmıştır. onun gayesi, bütün Müslümanları ve
vatandaşlarımızı imansızlıktan kurtarıp, saadet-i ebediye-
ye nail etmektir. Bizlerin siyasî bir maksatla alâkamız ol-
madığı bütün mahkemelerde tebeyyün etmiştir. Hakikat
böyle olduğu hâlde, yine haksız ve yersiz olarak mahke-
meye sürüklendik. Bundan anlıyoruz ki, bizim tesanüdü-
müzü kırmak istiyorlar. Bizim tesanüdümüz herhangi bir
dünyevî ve siyasî gaye ve işe matuf değildir. Yalnız ve yal-
nız üstadımız Hazretlerine çok, hem pek çok hürmetkâ-
rız. risale-i nur’u okuyanlar fevkalâde bir imana ve İslâ-
miyet’e ve ahlâk ve kemalâta sahip oluyorlar.
üstadımıza çok fazla muhabbet etmemek elimizden
gelmiyor. öyle bir üstada ve öyle risale-i nur şakirtleri-
ne bütün mevcudiyetimle bağlıyım. Bu bağ, idam edilsem
dahi çözülmez ve kırılmaz. Ben ve bütün kardeşlerim
masumuz. risale-i nur’un serbest bırakılmasını bütün
ahiret:
kıyametten sonra kurula-
cak olan âlem, öte dünya, ikinci
hayat.
ahlâk:
huylar, tabiatlar.
alâka:
ilgi, bağ.
alâkadar olmak:
ilgili olmak, ilgi-
lenmek; bağlanmak, bağlı olmak.
cemiyet:
topluluk, birlik, heyet.
ceza:
karşılık, mukabil; günah iş-
lemeyi, uygun görülmeyen tepki
ve davranışları önlemek için üzün-
tü, sıkıntı, acı veren uygulama.
dâhil olmak:
içine girmek, katıl-
mak.
dünyevî:
dünyaya ait, dünya ile
ilgili.
eser:
yapı, birinin meydana getir-
diği şey, kitap.
fevkalâde:
olağanüstü.
gaye: amaç, ideal, hedef.
hakikat: gerçek.
hazret:
saygıdeğer, ulu, yüce.
hürmetkâr:
saygılı.
iman:
inanmak, itikat; hak di-
ni kabul etme, İslâm dinini ka-
bul etme, İslâmın gerekli olan
esaslarına inanma, Allah’a inan-
ma.
imansızlık:
inançsızlık.
kemalât:
olgunluklar, mükem-
mellikler, faziletler.
maksat:
ana fikir; kastedilmiş,
istenilen şey.
masum:
günahı, kötülüğü ol-
mayan, suçsuz.
matuf:
ait olan, yöneltilmiş.
menetmek:
yasaklamak, en-
gellemek, mâni olmak.
mevcudiyet:
varlık, var olma.
muhabbet:
sevgi, sevme.
müdafaa:
savunma.
nail
etmek:
kavuşturmak, eriş-
tirmek.
ruhucan:
bütün kalb, ruh ve
canla.
saadet-i ebediye:
sonsuz sa-
adet, ahiret saadeti; Cennet
hayatı, ebedî mutluluk.
siyasî:
siyasetle ilgili, siyasete
ait.
şakirt:
talebe, yardımcı.
şiddet:
sertlik, katılık.
talebe:
talep eden, öğrenen,
tahsil gören.
tebeyyün:
açığa çıkma, belli
olma, sabit olma.
tesanüt:
dayanışma, birbirini
destekleme.
üstat:
ilim veya sanatta üs-
tün olan kimse, usta, sanat-
kar, muallim.
yersiz:
gereksiz.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 908 | Şualar
1...,898,899,900,901,902,903,904,905,906,907 909,910,911,912,913,914,915,916,917,918,...1581
Powered by FlippingBook