Muhterem Heyet-i Hâkime!
zehirli mikroplarını güzel vatanımıza dağıtmak isteyen
Bolşevizme karşı kuvvetli bir cephe alan büyük bir din âli-
mine fakirliğimle talebe olmaklığım neden çok görülüyor?
Şüphesiz, bu vaziyet ispat ediyor ki, nurlardaki zengin-
lik, dünyevî zenginliğin pek fevkindedir. Benim gibi mil-
yonları aşan türk gençliğinin imanlarını kurtarıp, vatana
nafi birer uzuv olmaları için, üstadımı ve risale-i nur’u
daima serbest bırakınız. Biz türk gençliğinin risale-i
nur’a ihtiyacımız, kapalı zindanda kalmış bir kimsenin ha-
vaya ve zifiri karanlıkta bulunan bir adamın ziyaya ve çöl-
deki aç ve susuz kalmış bir insanın suya ve gıdaya ve de-
nizde boğulmak üzere bulunan herhangi bir kimsenin
cankurtaran gemisine olan ihtiyacından binler derece da-
ha ziyadedir. İşte, yukarıda bir kısmını tadat ettiğim mez-
kûr hakikatlerden dolayı fevkalâde hüsnüzan ve teveccü-
hümüzü kazanan ve kopmaz bir bağla kendimizi ona bağ-
ladığımız Bediüzzaman’ı ve ona hüsn-i niyet ile talebe
olan çok bîçareleri böyle hapislerde çürütmek adaletin şe-
refiyle kabil-i telif olamaz.
Afyon Ceza evinde Mevkuf
emirdağlı
Mustafa Acet
FAEB
Şualar | 905 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
zifiri:
kara, kapkara.
zindan:
hapishane.
ziya:
ışık, aydınlık, nur, parlaklık.
ziyade:
çok, fazla.
adalet:
her hak sahibine hak-
kının tam ve eksiksiz veril-
mesi, düzenli ve dengeli oluş.
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim
adamı.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
bolşevizm:
Hürriyet adına bü-
tün insanî değerleri tahribe
yönelerek, hiç bir kanun, ölçü,
değer tanımaksızın sosyalist
hedeflere varmayı benimse-
yen görüş.
dünyevî:
dünyaya ait.
fevkalâde:
olağanüstü.
fevkinde:
üstünde.
hakikat:
gerçek, esas.
heyet-i hâkime:
hâkimler he-
yeti, hâkimler kurulu.
hüsn-i niyet:
iyi niyet, temiz
kalplilik.
hüsnüzan:
bir kimsenin veya
bir hâdisenin iyiliği hakkındaki
vicdanî ve iyi kanaat.
iman:
inanç, itikat.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
kabil-i telif:
uzlaştırılabilir ve
bağdaştırabilir olan, münasip-
lik.
mevkuf:
tevkif edilmiş, hap-
sedilmiş, tutuklu.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen,
anılan.
muhterem:
saygı değer, hür-
mete lâyık, saygın.
nafi:
faydalı, kârlı.
şeref:
manevî büyüklük, yü-
celik, onur.
tadat:
sayma.
talebe:
öğrenci.
teveccüh:
yönelme, sevgi, ilgi.
uzuv:
bir topluluğu, bir bü-
tünü meydana getiren üyeler-
den her biri.
vaziyet:
durum.