MuSTafaoSMaN’INMÜdafaaSIdIr
Afyon Ağır Ceza Mahkemesine!
gizli cemiyet kurmak ve dinî hissiyatı alet ederek dev-
letin emniyetini bozabilecek hareketlerde bulunmaktan
zanlı Bediüzzaman said nursî’nin, rejim aleyhindeki mev-
hum faaliyetine iştirak ettiğim iddia edilerek, suç konusu
olarak gösterilen meselelere karşı derim ki:
1.
evet, ben de birçok nur talebeleri gibi hakikî türk-
lüğe ve İslâmiyet’e yaraşan ve tarihî bir şeref ve fazileti-
miz olan terbiye-i medeniye-i diniyeyi ve millî bir şiar olan
ahlâk-ı kur’âniyeyi öğrenerek vatan ve millete faydalı bir
uzuv olmak ve yabancı ideolojilerin tesiratından koruna-
rak din ve imanımı muhafaza ve öğrenmek kastıyla nur
risalelerini tedarik ederek okumaya başladım.
ecdadımızın, tarihlere şan salıp nam veren ahlâk ve şe-
refini payimal eden sefahat ve rezaletin ve ahlâk-ı
seyyienin cemiyet hayatını zehirlediği ve kötü ahlâk sa-
hiplerini dahi iğrendirecek derecede sokaklara kadar
sardığı ve efkâr-ı ammeyi telâşa düşürdüğü ve her sınıf ai-
lenin ocağı başında dedikodu mevzuu olduğu ve efkâr-ı
ammenin bir dili mahiyetindeki gazete ve mecmuaların
ahlâk zabıtası haberleri şeklinde ve muhtelif mevzularda-
ki tenkitlerine sebep olan bu elîm ahvalin pek sür’atle
genişlediği ve âdeta umumîleşmek istidadını gösterdiği bir
devrede, düştüğüm ahlâksızlık uçurumundan dinî, ahlâkî,
Şualar | 897 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
ve hareketlerine belirli bir istika-
met vererek siyasî ve sosyal bir
doktrin meydana getirmek iste-
yen fikir sistemi.
iman:
inanç, itikat.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
iştirak:
katılma, ortak olma.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası, ta-
biatı, niteliği.
mecmua:
tertip ve tanzim edilmiş
şeylerin hepsi, koleksiyon.
mesele:
önemli konu.
mevhum:
hakikatte olmayan, ve-
him ve hayal ürünü olan.
mevzu:
konu.
millî:
millete ait, ulusal.
muhafaza:
koruma.
muhtelif:
türlü türlü, çeşitli.
müdafaa:
savunma.
nam:
ün, şöhret, şan.
payimal:
ayak altında kalmış,
ayak altına alınmış, çiğnenmiş.
rejim:
idarede tutulan yol, yö-
netme tarzı, düzenleme biçimi.
rezalet:
toplumun duygularını in-
citecek, değer yargılarına ters dü-
şen olay veya durum, kepazelik.
sefahat:
zevk, eğlence ve yasak
şeylere düşkünlük, sefihlik.
sınıf:
kısım, bölüm, takım, tabaka.
şan:
şöhret, ün.
şeref:
manevî büyüklük, yücelik,
onur.
şiar:
ayırt edici alâmet, sembol.
talebe:
öğrenci.
tedarik:
sağlama, temin etme,
karşılama.
tenkit:
eleştirme.
terbiye-i medeniye-i diniye:
di-
nin medenî terbiyesi.
tesirat:
etkiler, tesirler.
umumî:
herkesle ilgili, genel.
uzuv:
bir topluluğu, bir bütünü
meydana getiren üyelerden her
biri.
zabıta:
şehir güvenliğini sağla-
makla vazifeli bulunan idare, po-
lis.
âdeta:
sanki.
ahlâk-ı Kur’âniye:
Kur’ân ah-
lâkı.
ahlâk-ı seyyie:
çirkin ahlâk,
kötü huylar.
ahval:
hâller, durumlar.
aleyh:
karşı, karşıt.
cemiyet:
topluluk, birlik.
ecdat:
dedeler, büyük babalar,
atalar.
efkâr-ı amme:
genelin, umu-
mun, düşünceleri, umuma ait
düşünce, kamuoyu.
elîm:
şiddetli, çok dert ve ke-
der veren.
emniyet:
güvenlik, kanun ve
nizam hâkimiyetinin sağlan-
ması.
faide:
fayda.
fazilet:
değer, meziyet, iman
ve irfan itibarıyla olan yüksek
derece.
hakikî:
gerçek.
hissiyat:
hisler, duygular.
iddia:
davaya kalkışma, dava
etme.
ideoloji:
toplumun düşünce