eden ve hayatının yarısından sonra öğrendiği bir lisanda
bu kadar cazibedar bir tarz-ı beyan ve sürükleyici bir ha-
raret izhar eden ve gayet feyyaz bir aşk ve heyecan te-
rennüm eden ve bir derya-i iman ve bir hazine-i tevhid ve
bir umman-ı hikmet hâlinde coşan bir ikinci Bediüzzaman
gösterebilir misiniz?
Fânî zevahirin alayişine edna bir meyil ve iltifat göster-
meyen ve en küçük bir menfaat ve lezzete tenezzül et-
meyen, levs-i fânînin ayağına dolaşan bütün yaltaklan-
malarına asla kıymet vermeyen, kimseden bir şey bekle-
meyen ve dilenmeyen ve kendisine arz edilenleri kabul
etmeyen, iffet ve ismetin en âlî örneklerini yaşatarak
sabûrâne, mütehammilâne, her nevi mahrumiyetlere
göğüs germek suretiyle kendini hakikate ve envar-ı
kur’âniyeye ve maarif-i Muhammediyenin (
AsM
) izharına
vakfeden ve memleket ve milletin ıztırabatı karşısında
pürrahmüşefkat ağlayan, kendine yapılan bunca ihanet-
lere rağmen etrafındakilerin saadetleri için hizmetinden
asla vazgeçmeyen, ihtiyarlığına ve bîkesliğine bakmaya-
rak insanları gayya-i cehil ve girdab-ı inkârdan kurtarma-
ya hasbî ve İlâhî bir cehd ile çalışan ve savaşan bir fazi-
let ve nur abidesini üstat addetmekliğimizi çok mu görü-
yorsunuz?
kendisinin, bu arz edilen keramet-i ilmiyesiyle bera-
ber, sırf ahlâk ölçülerinin kaybolduğu böyle bir devirde
gösterdiği bu misilsiz feragat ve istiğna ve şaheser-i ismet
ve istikamet dolayısıyla, yine bir enmuzec-i kemal ve
Şualar | 891 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
ihanet:
hainlik, kötülük etme.
İlâhî:
Allah’la ilgili, Cenab-ı Hakka
dair.
iltifat:
ilgi gösterme, yüzünü çe-
virip bakma.
ismet:
günahsızlık, masumluk.
istiğna:
aza kanaat etme, olanla
yetinme, gönül tokluğu, tok göz-
lülük.
istikamet:
inanç, düşünce ve ni-
yette, tutum ve davranışta Allah’ın
rızasına uygun dürüstlük.
izhar:
ortaya koyma, açığa çı-
karma, gösterme.
keramet-i ilmiye:
ilmin kerameti.
kıymet:
değer.
levs-i fânî:
gelip geçici pislik, dün-
yanın fâni, faydasız eğlenceleri.
lisan:
dil.
maarif-i Muhammediye:
Muham-
med’in gösterdikleri, öğrettikleri.
mahrumiyet:
mahrumluk, diledi-
ğini, istediğini elde edememe, na-
sipsizlik, hissesizlik.
menfaat:
fayda.
meyil:
bir tarafa doğru eğilme, yö-
nelme.
misil:
benzer, eş.
mütehammilâne:
tahammül ede-
rek, dayanarak, zora katlanarak.
nevî:
çeşit, tür.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
pürrahmüşefkat:
çok şefkat ve
merhametle dolu.
saadet:
mutluluk.
sabûrâne:
sabırlı bir şekilde, sab-
rederek, sabırla.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şaheser-i ismet:
ismet şaheseri;
suçsuzluk ve günahlardan kaçın-
madaki benzersizlik.
tarz-ı beyan:
açıklama ve söy-
leme şekli.
tenezzül:
kendine aykırı düşen bir
işi veya durumu kabul etme, al-
çalma.
terennüm:
güzel güzel anlatma.
umman-ı hikmet:
hikmet deryası,
hikmet okyanusu.
vakıf:
Allah için ve O’nun yolunda
maddî ve manevî bütün imkanla-
rını vererek bu uğurda çalışma, ça-
balama.
zevahir:
dış yüzler, dış görünüşler,
dış görünüş.
abide:
yadigâr kalacak eser,
anıt.
add:
sayma, sayılma.
alâyiş:
debdebe, tantana, gös-
teriş; boş, yalancı süs.
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
arz:
bir büyüğe sunma, gös-
terme, bildirme, önüne
koyma.
arz:
sunma, bildirme.
bîkes:
kimsesiz.
cazibedar:
çekici, cazibeli.
cehd:
azim, gayret, fedakârlık.
derya-i iman:
iman denizi.
edna:
en açağı, en basit, en
küçük.
enmuzec-i kemal:
mükem-
mel numune, örnek.
envar-ı Kur’âniye:
Kur’ân nur-
ları, Kur’ân’ın saçtığı parıltılar,
ışıklar.
fânî:
ölümlü, geçici.
fazilet:
değer, meziyet, iman
ve irfan itibariyle olan yüksek
derece.
feragat:
hakkından isteyerek
vazgeçme.
feyyaz:
çok feyizli, verimli.
gayet:
son derece.
gayya-i cehil:
cehalet kuyusu.
girdap-i inkâr:
inkâr girdabı,
Allah’ı inkârın götürdüğü teh-
likeli nokta.
hakikat:
gerçek.
hararet:
ateşlilik, coşkunluk,
heyecanlılık.
hasbî:
karşılıksız, Allah rızası
için, gönülden, isteyerek.
hazine-i tevhit:
tevhit hazi-
nesi, Allah’ın birliğinin hazinesi.
ıztırapat:
ıztıraplar, acılar ,
elemler, azaplar, sıkıntılar.
ibraz:
meydana çıkarma, or-
taya koyma, gösterme.
iffet:
temizlik, ahlâkî temizlik.
