Şualar - page 884

MEhMEdfEYZi’NiNMÜdafaaSIdIr
Afyon Ağır Ceza Mahkemesine!
İddianame, beni üstadım said nursî’nin hem sır kâti-
bi, hem kendisiyle, hem risale-i nur’la şiddetli alâkalı,
hem çok hizmet ettiğimi bahisle, bu hareketimi medar-ı
mes’uliyet saymış. Ben de buna karşı, bütün kuvvetimle
bu ithamı kabul edip, iftihar ediyorum. Çünkü, fıtratımda
ilme karşı gayet kuvvetli bir iştiyak var. Bir delili şudur ki:
denizli hâdisesinde menzilim taharri edildiği vakit, beş
yüz seksen adet mütenevvi kütüb-i ilmiye ve Arabiye
evimde bulunduğu resmen sabit olmuştur. Benim fakr-ı
hâlimle ve gençliğimle ve lisan-ı Arabîde noksaniyetimle
beraber, bu zamanda binde bir şahısta bulunmayan bu
mütenevvi beş yüz seksen cilt kitabı bana toplattıran, fev-
kalâde bir talebelik şevki ve harika bir aşk-ı ilmîdir. İşte
bu fıtrî istidat ile, daima hakikî bir üstat arıyordum. Ce-
nab-ı Hakka hadsiz şükrolsun ki, uzakta aradığımı pek ya-
kında elime verdi.
evet, üstadım olan said nursî’nin bütün hayatının ga-
yesi, şevk-i ilimde ve ulûm-i İslâmiyeyi bilmek aşkında
geçtiğini bütün hayatı şahadet ediyor. Hem ben müşahe-
datımla, hem üstadımın matbu tarihçe-i hayatıyla, hem
eski talebelerinden aldığım malûmatla kat’î bildim ki; ben-
deki fıtrî aşk-ı ilmî üstadımda harika bir surette bulunu-
yor ki, bu zamanda bütün medrese âlimlerinin hilâfına
olarak, pek harika, tek başıyla medrese talebeliğini mu-
hafaza edip, her belâya tahammül etmiş. Hatta, ehl-i si-
yaset, üstadımın bu acip hâllerini anlamadıkları için, hiç
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
alâka:
ilgi, ilişki. bağ.
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim adamı.
aşk-ı ilmî:
ilimle ilgili aşk, ilim öğ-
renme aşkı.
bahis:
bahseden, araştıran, anla-
tan.
belâ:
musibet, sıkıntı.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, burhan.
ehl-i siyaset:
ülkenin idaresiyle
meşgul olanlar, siyaset adamları,
politikacılar.
fakr-i hâl:
hâli, yaşayışı fakirce
olan.
fevkalâde:
olağanüstü.
fıtrat:
yaratılış, tabiat, mizaç, huy.
fıtrî:
tabiî, yaratılıştaki, doğuştan
olan.
gayet:
son derece.
hâdise:
olay.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikî:
gerçek.
harika:
olağanüstü.
hilâfına:
zıddına, tersine, aksine.
İddianame:
iddia yazısı, savcının
bir dava konusundaki iddialarını
toplamış olduğu, isnat ettiği suç
ve delilleri de içine alan yazısı.
iftihar:
gurur, övünme.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
iştiyak:
aşırı isteme, çok fazla arzu
etme.
itham:
suç isnat etme, suçlama.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.
kâtip:
yazıcı.
kuvvet:
güç, kudret.
kütüb-i arabiye:
Arabca ki-
taplar.
kütüb-i ilmiye:
ilmî kitaplar.
lisan-ı arabî:
Arap dili.
malûmat:
bilgi.
matbu:
tab edilmiş, basılmış.
medar-ı mes’uliyet:
sorumlu-
luk sebebi.
medrese:
eski dönemde ders
okutulan düzenli öğretim ku-
ruluşu.
menzil:
ev, oda, yer.
muhafaza:
koruma.
müdafaa:
savunma.
müşahedat:
gözlemler.
mütenevvi:
aynı cinsten ol-
mayan, nev’ nev’, çeşit çeşit.
noksaniyet:
eksiklik, noksan-
lık.
resmen:
resmî olarak, resmî
bir şekilde.
sabit:
ispat edilmiş, ispatlan-
mış.
suret:
biçim, şekil, tarz.
sır:
.
şahadet:
şahit olma, şahitlik,
tanıklık.
şevk:
şiddetli arzu, aşırı istek
ve heves.
şevk-i ilim:
ilmin verdiği şevk,
moral.
şükür:
Allah’ın nimetlerine
karşı memnunluk gösterme,
gerek dil ile gerekse hal ile Al-
lah’ı hamd etme.
tahammül:
zora dayanma,
kötü ve güç durumlara karşı
koyabilme, katlanma.
taharri:
arama, araştırma.
talebe:
öğrenci.
tarihçe-i hayat:
bir kimsenin
hayatını anlatan kitap; biyo-
grafi.
ulûm-i İslâmiye:
İslâmî ilim-
ler.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 884 | Şualar
1...,874,875,876,877,878,879,880,881,882,883 885,886,887,888,889,890,891,892,893,894,...1581
Powered by FlippingBook