bir saadet ve bahtiyarlığı kazandıran risale-i nur’un tale-
besi olmak gibi büyük bir lütfu benim gibi bir bîçareye na-
sip eden Allah’a hadsiz şükürler olsun. son sözüm,
o
âr
?n
cn
ƒn
J p
¬r
«n
?n
Y n
ƒo
g s
’p
G n
¬'
dp
G n
B’*G n
»p
Ñr
°ùn
M
(1)
@ o
?«/
cn
ƒr
dG n
ºr
©p
fn
h *G Én
æo
Ñ°r
ùn
M
(2)
p
º«/
¶n
©r
dG ¢p
Tr
ôn
©r
dG t
Ün
Q n
ƒo
gn
h
’dir.
Muallim
Mustafa Sungur
DH
MuSTafaSuNgur’uNTEMYiZLâYihaSIdIr
1.
Ağır Ceza Mahkemesi, nur risalelerini okuduğumu
ve yazdığımı ve muhtaç bir mü’min kardeşime vererek is-
tifadesine çalıştığımı, “Halkı hükûmet aleyhine teşvik edi-
yor” diye, hakkımda bir suç saymış. Hâlbuki, ben itiraz-
namemde bu ithama karşı dedim: “Halkı hükûmet aley-
hine teşvik edici zannedilen risale-i nur, kur’ân’ın haki-
kî bir tefsiridir. o, bütün eczalarıyla, hakaik-ı imaniyeyi
ders verip, okuyan ve yazanlara en büyük saadeti bahş
ediyor. onun hedefi, halkı hükûmet aleyhine teşvik gibi,
serserilerin, bozguncu ahlâksızların gittikleri fânîlikler
değil, belki bütün saadet ve bahtiyarlığın en yüce merte-
besi olan Allah’ın rızasıdır. Ben, bana en büyük fazilet,
en tatlı nimet olan imanı kazandıran risale-i nur’u
okuduğum ve yazdığım ve onun en güzide bir talebesi ve
âciz bir hizmetkârı olduğumdan dolayı iftihar ediyorum.
Şualar | 877 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
ihsan.
mertebe:
derece.
muallim:
ders veren, öğretmen.
mü’min:
iman eden, inanan.
nasip:
Allah’ın kısmet ettiği şey.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
rıza:
razılık, razı olma, hoşnutluk,
memnunluk.
saadet:
mutluluk.
serseri:
ötede beride başı boş ge-
zen, işsiz, güçsüz.
şükür:
Allah’ın nimetlerine karşı
memnunluk gösterme, gerek dil
ile gerekse hal ile Allah’ı hamd
etme.
talebe:
öğrenci.
tefsîr:
Kur’ân’ın mana bakımından
izahı, açıklaması.
temyiz:
bu incelemeyi yapan
mahkeme, yargıtay.
âciz:
zayıf, güçsüz, zavallı.
aleyh:
karşı, karşıt.
bahş:
bağış, ihsan, verme.
bahtiyar:
bahtlı, talihli, mes’ut
, mutlu.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
ecza:
cüz’ler, parçalar, kısım-
lar.
fânî:
ölümlü, geçici.
fazilet:
değer, meziyet, iman
ve irfan itibariyle olan yüksek
derece.
güzide:
seçkin, mümtaz.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakaik-ı imaniye:
imana ait
hakikatler, imanî gerçekler.
hakikî:
gerçek.
hizmetkâr:
hizmet yapan
kimse, hizmetçi.
iftihar:
gurur, övünme.
iman:
inanç, itikat.
istifade:
faydalanma, yarar-
lanma.
itham:
suç isnat etme, suç-
lama.
itirazname:
itiraz kâğıdı, itiraz
dilekçesi.
lâyiha:
mektup, düşüncelerin
kağıda dökülmesi, yazılması.
lütuf:
güzellik, hoşluk, iyilik,
1.
Allah bize yeter. O ne güzel vekildir. (Al-i İmran Suresi: 173.)
2.
Allah Bana yeter. Ondan başka ibadete layık hiçbir ilah yoktur. Ben Ona tevekkül ettim.
Yüce Arşın Rabbi de Odur. (Tevbe Suresi: 129.)