alay kumandanı olarak harbe iştirak ettiği zaman topla-
dığı talebeleri gibi, hürmetkâr olan binler risale-i nur şa-
kirtleri, Afyon tepelerine kuracakları çadırlar içerisinde,
Afyon Ağır Ceza Mahkemesinin beraat kararını bekleye-
ceklerdi.
said nursî ve risale-i nur şakirtlerinin çalışmalarını,
kanun çerçevesine alınıp gizli cemiyet olduğu ispat edile-
miyor. neden ispat edilemiyor? Acaba vukuflu bir adliye-
ci olmakla baş müddeiumumîliğe kadar yükselen bir şa-
hıs, bu ispatı kanunla yapmaktan âciz midir? Hayır,
kat’iyen âciz değildir. ortada gizli bir cemiyet diyecek bir
teşkilât yoktur. Ve onun için cemiyetçilik ispat edilemi-
yor.
savcının evvelen, “nur talebeleri bir cemiyet değildir”
diye kanun dairesindeki tam görüş ve isabetle verdiği hük-
mü, biraz sonra her nedense “cemiyettir” diye iddia et-
mesi bir tenakuzdur; elbette hükümsüzdür. Heyet-i hâki-
menin gayet açık olan bu hakikati idrak ederek “gizli ce-
miyet yoktur” diye karar vereceğinden emin bulunmak-
tayız.
Sayın Hâkimler!
teessür ve ıztırap karşısında kalbden bir parça kopsa
idi, bir genç dinsiz olmuş haberi karşısında o kalbin atom
zerratı adedince paramparça olması lâzım gelir.
İşte sizin vereceğiniz beraat kararı, İslâm gençliğinin,
İslâm dünyasının bu dehşetli afetten tesirli bir şekilde
Şualar | 867 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
şakirt:
talebe, öğrenci.
talebe:
öğrenci.
teessür:
kederlenme, üzülme, acı
duyma.
tenâkuz:
çelişme, iki sözün birbi-
rine uymaması, insanın bir sözü-
nün öteki sözünü çürütmesi, zıd-
diyet, çelişki.
teşkilât:
bir işin görülmesi ve yü-
rütülmesi için meydana getirilen
yapı, kuruluş, örgüt.
vukuf:
anlama, bilme, haberli
olma.
zerrat:
zerreler, atomlar.
âciz:
zayıf, güçsüz.
adliye:
mahkeme, yargılama
işleriyle uğraşan daire.
alay:
üç tabur piyade veya
beş bölük süvari askerinden
oluşan askeri kuvvet.
berâet:
temize çıkma; bir da-
vanın neticesinde suçsuz ol-
duğu anlaşılma.
cemiyet:
topluluk, birlik.
cemiyetçilik:
cemiyet taraf-
tarlığı, particilik, grupçuluk.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
emin:
şüpheye düşmeyen, ke-
sin olarak bilen.
evvelen:
evvelâ, birinci, ilk
olarak.
gayet:
son derece.
hakikat:
gerçek.
harp:
savaş, cenk, devletler
arasında meydana gelen kanlı
ve silahlı kavga.
heyet-i hâkime:
hâkimler he-
yeti, hakimler kurulu.
hüküm:
bir dâvanın veya bir
meselenin tetkik edilmesin-
den sonra varılan karar.
hürmetkâr:
hürmet eden,
saygılı.
ıztırap:
üzüntü veren bir du-
rumun meydana getirdiği kuv-
vetli acı, aşırı elem, azap, sı-
kıntı.
iddia:
davaya kalkışma, dava
etme.
idrak:
akıl erdirme, anlama,
kavrama kabiliyeti.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
iştirak:
katılma.
kanun:
yasa.
kat’iyen:
katî olarak, kesin
olarak, kesinlikle.
kumandan:
komutan.
müddeiumumî:
savcı.