ZÜBEYir’iNMÜdafaaSIdIr
Afyon Ağır Ceza Hâkimliğine
gizli cemiyet kurmak ve devletin emniyetini bozmak
suçuyla müttehem bulunmaktayım. Aşağıda arz edece-
ğim vecihle, böyle bir suçu işlemediğime kat’î kanaatiniz
geleceği için, bu ittihamı daha şimdiden reddediyorum.
evet risale-i nur talebesi olduğumu memnuniyetle ve
ilân edercesine söyleyebilirim. İnkâr etmek, risale-i
nur’un bana verdiği fazilet dersleriyle zıt olduğu için, bu
cürmü işlemem. risale-i nur’un okuyucusu olan bir kim-
se, okuduğunu gizleyemez; bilakis, iftiharla bilâperva söy-
lemekten çekinmez. zira çekingenliği icap ettirecek hiç-
bir cümlesi veya kelimesi yoktur.
risale-i nur’un kıymetini kırk-elli sahifelik bir formada
belirtmeye çalışmıştım. Methettim diyemem. Çünkü, kâ-
inatın güneşi ve aklı olan ve bin üç yüz küsur seneden be-
ri beşeriyeti tenvir ve irşat eden kur’ân-ı Hakîm’in haki-
kî bir tefsiri olan risale-i nur’un, değil bütün külliyatını,
belki bir cüz’ünü bile sena etmeye muktedir değilim. Yu-
karıda arz ettiğim gibi, kıymetini belirtmeye çalıştığım
eserlerde gizli cemiyete dair mevzular tespit edilmiş ise,
zararlı eserleri tanıtmaya çalışmış suçuyla cezalandırınız.
Fakat harikulâde ve fevkalâde bir şekilde telif edilmiş ol-
duğu ilmî şahsiyetler tarafından tasdik edilen ve bozulan
bir cemiyeti ıslah etmek kudretini haiz olan ve yirminci
Şualar | 857 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve faydalar
bulunan Kur’ân.
külliyat:
bir yazarın basılmış eser-
lerinin tamamı.
kıymet:
değer.
medih:
övmek.
memnuniyet:
memnunluk, sevin-
çli oluş.
mevzu:
konu.
muktedir:
iktidarlı, gücü yeten.
müdafaa:
savunma.
müttehem:
itham olunan, suçla-
nan.
red:
kabul etmeme.
sahife:
sayfa.
senâ:
methetme, övme.
şahsiyet:
değerli, yüksek kişi.
talebe:
öğrenci.
tasdik:
bir şeyin veya kimsenin
doğruluğuna kesin olarak hük-
metme.
tefsîr:
Kur’ân’ın mana bakımından
izahı, açıklaması.
telif:
yazılmış, ortaya konulmuş
eser.
tenvir:
nurlandırma, aydınlatma,
ışıklandırma.
vecih:
cihet, yön.
Zira:
çünkü, ondan ki, şundan, şu
sebepten ki, onun için.
arz:
sunma, bildirme.
beşeriyet:
beşerîlik, insanlık.
bilâkis:
aksine, tersine, tam
tersi, tersine olarak.
bilâperva:
korkusuzca, çekin-
meden.
cemiyet:
topluluk, birlik.
cürüm:
hata, suç.
cüz:
kısım, parça.
dair:
alâkalı, ilgili.
emniyet:
güvenlik, kanun ve
nizam hakimiyetinin sağlan-
ması.
fazilet:
değer, meziyet, iman
ve irfan itibariyle olan yüksek
derece.
fevkalâde:
olağanüstü.
forma:
kitap, dergi ve broşür-
leri meydana getiren katlan-
mış kâğıt tabakaları.
haiz:
bir şeye sahip olma, sa-
hip, mâlik.
hakikî:
gerçek.
harikulâde:
görülmedik dere-
cede, olağanüstü, mükemmel.
ıslah:
iyi duruma getirme, iyi-
leştirme, düzeltme.
icap:
gerekme hali, gerekli
olma.
iftihar:
övünme.
ilân:
yayma, duyurma, bil-
dirme.
ilmî:
ilim ile ilgili, ilme dair.
İnkâr:
reddetme, inanmama,
kabul ve tasdik etmeme.
irşat:
doğru yolu gösterme,
gafletten uyandırma.
ittiham:
suç altında bulunma,
töhmetli olma, töhmet altında
olma.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlem-
ler.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.