onun için, nur Şakirtleri, çekinmeyerek kur’ân haki-
katlerine karşı alâkalarını ve uhrevî kardeşlerine karşı sar-
sılmaz irtibatlarını izhar ediyorlar. o uhuvvet sebebi ile
gelen her bir cezayı memnuniyetle kabul ettiklerini ve ha-
kikat-i hâli olduğu gibi mahkeme-i âdilenize itiraf ediyor-
lar. Hile ile, dalkavukluk ile, yalanlarla kendilerini müda-
faa etmeye tenezzül etmiyorlar.
Mevkuf
Said Nursî
Q
!
U
hÜSrEv’iNMÜdafaaSIdIr
Afyon Ağır Ceza Mahkemesine
Makam-ı iddia, iddianamesinde, biri küllî, diğeri husu-
sî olarak iki cihetle beni itham ediyorlar. küllî ithamı, ri-
sale-i nur’a hizmetim ve üstadımın mevhum suçuna işti-
rakimdir. Hususî itham ise, gayet cüz’î ve ehemmiyetsiz
ve hakikatte hiçbir suç teşkil etmeyen inziva ile geçen ha-
yatıma ve hususat-ı şahsiyeme ait hâllerdir.
İddia makamının risale-i nur’a hizmetimden dolayı üs-
tadımın mevhum suçuna beni iştirak ettirmesine mukabil
derim ki:
Ben üstadımın gittiği meslekte ve risale-i nur’la
âlem-i İslâm’a, hususan bu vatana ve bu millete ettiği
Şualar | 851 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
dirilmiş, semavî kitapların sonun-
cusu.
küllî:
umumî, genel, bütün olan.
mahkeme-i âdile:
adaletle hük-
meden mahkeme, adil mahkeme.
makam-ı iddia:
mahkemede bir
hakkın sabit olduğunu dava eden,
savcı.
memnuniyet:
memnunluk, razılık,
sevinçli oluş, mesruriyet.
meslek:
gidiş, tutulan yol, sistem.
mevhum:
hakikatte olmayan, ve-
him ve hayal ürünü olan.
mevkuf:
tevkif edilmiş, hapsedil-
miş, tutuklu.
mukabil:
karşılık.
mübarek:
feyizli, bereketli, kutlu.
müdafaa:
savunma, koruma.
müdafaa:
savunma.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tenezzül:
kendine aykırı düşen bir
işi veya durumu kabul etme, al-
çalma.
teşkil:
oluşturma, şekillendirme.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete ait,
ahiret âlemiyle ilgili.
uhuvvet:
kardeşlik, din kardeşliği.
alâka:
ilgi, ilişki. bağ.
âlem-i İslâm:
İslâm âlemi, İs-
lâm dünyası.
cihet:
yön.
cüz’î:
küçük, az; kıymetsiz,
önemsiz.
dalkavuk:
kendisine çıkar ve
yarar sağlayacak olan kimse-
lere aşırı saygı ve hayranlık
göstererek yaranmak isteyen
kimse.
ehemmiyetsiz:
önemsiz.
gayet:
son derece.
hakikat:
gerçek, esas.
hakikat-i hâl:
durumun ger-
çek yönü, işin aslı.
hile:
aldatmaya yönelik dü-
zen, desise.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hususât-ı şahsiye:
bir şahıs ile
alâkalı hususlar.
hususî:
özel.
iddianame:
iddia yazısı, sav-
cının bir dava konusundaki id-
dialarını toplamış olduğu, isnat
ettiği suç ve delilleri de içine
alan yazısı.
inziva:
bir köşeye çekilme, tek
başına yaşama, dünya işlerin-
den vaz geçme, dünyadan el-
etek çekme.
irtibat:
ilgi, ilgili olma, bir şeye
bağlı olama.
iştirak:
ortaklık etme, katılma.
itham:
kabahatli görme, töh-
metlendirme, suçlu görme,
suçlama, suç isnat etme.
itiraf:
başkalarının bilmediği
gizli bir kusurunu söyleme,
kendisi için iyi sayılmayacak
bir hâli gizlemeyip söyleme.
izhar:
ortaya koyma, açığa çı-
karma, gösterme.
Kur’ân:
Allah tarafından vahiy
yoluyla Hz. Muhammed’e in-