gelen bir korkutmak olduğu anlaşıldı. Ve ahalinin ve zabı-
tanın vaziyeti, o manasız hücuma bir itiraz hükmünde idi.
Sani yen
: Benim müdafaatım yeni isnadata dahi kâfi
gelir mi? Hem, zübeyir ve avukatlar çalışıyorlar mı? te-
lâşları yok mu? Hiç merak etmesinler. Bize medar-ı
mes’uliyet ettiği maddelere göre, bütün uhuvvet-i imani-
yeyi taşıyanları, hatta bütün imamların cemaatlerini ve
bütün üstat ve muallimlerin talebelerini dahi mes’ul et-
mek lâzım gelir. demek muhalifleri çok kuvvet bulmuşlar
ki, bütün bu telâşlı ve imkânatı vukuat yerinde istimal ede-
rek acip evhamla bize hücum ettiler.
Sa l i sen
: Benim kendi kanaatim, tâ bahara kadar ha-
piste kalmak gerektir. zaten kışta her şey tevakkuf eder.
İnşaallah inayet-i İlâhiye yine imdadımıza yetişir.
Said Nursî
{{{
(Hüsrev’inbirmektubudur)
(1)
o
¬n
fÉn
ër
Ño
°S /
¬p
ª°r
SÉp
H
Sevgili Üstadımız, Efendimiz!
garazkâr raporlarıyla hakkımızda Afyon Adliyesini pek
büyük bir dikkate sevk eden ve sekiz aydan beri şiddetli
bir tazyik altında siz sevgili üstadımızı yaşatan, biz
Şualar | 841 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
luk sebebi.
mes’ul:
sorumlu, yükümlü.
muallim:
ders veren, öğretmen.
muhalif:
muhalefet eden, aykırılık
gösteren, uymayan, bir fiil veya
düşünceye karşı gelen.
müdafaat:
müdafaalar, savunma-
lar.
rapor:
her hangi bir işte, bir ko-
nuda yapılan inceleme ve araş-
tırma sonucu, düşünceleri veya
gözlemleri bildiren yazı.
Salisen:
üçüncü olarak.
Saniyen:
ikinci olarak.
sevk:
ulaştırma, yöneltme.
talebe:
öğrenci.
tazyik:
zorlama, baskı, sıkıntı
verme.
tevakkuf:
duraklama, durma.
uhuvvet-i imaniye:
imana ait,
imandan gelen kardeşlik.
üstat:
bir ilim ve sanatta üstün
olan kimse, öğretmen.
vaziyet:
durum.
vukuat:
vuku bulan şeyler, hadi-
seler, olaylar.
zabıta:
şehir güvenliğini sağla-
makla vazifeli bulunan idare, po-
lis.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
adliye:
mahkeme, yargılama
işleriyle uğraşan daire.
ahali:
halk.
cemaat:
bir mezhebe veya bir
dine bağlı olanların oluştur-
duğu topluluk, hey’et.
evham:
vehimler, zanlar, kuş-
kular, esassız şeyler, kuruntu-
lar.
Garazkâr:
haset eden, kin gü-
den, kötü kasıt sahibi.
hücûm:
saldırma.
hükmünde:
değerinde, ye-
rinde.
imam:
bir ilimde sözü delil ka-
bul edilebilecek derecede de-
rin ve geniş bilgi sahibi olan
âlim.
imdat:
yardım.
imkânat:
imkânları olabilirli-
likler, olması ve olmaması ih-
timal dâhilinde olanlar.
inayet-i İlâhiye:
Allah’ın yar-
dımı.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’
manasında kullanılan bir dua.
isnadat:
isnatlar, dayandırma-
lar, mal etmeler.
istimâl:
kullanma.
itiraz:
kabul etmediğini be-
lirtme, karşı çıkma.
kâfî:
yeter, elverir.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
kuvvet:
güç, kudret.
medar-ı mes’uliyet:
sorumlu-
1.
Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.